31 Aralık 2011 Cumartesi

Mefisto Kulübü (The Mephisto Club)

Tess Gerritsen, Doğan Kitap

Bir Jane Rizzoli polisiyesi. Rizzoli & Isles serisinin altıncı kitabı.

Siliniş'te yükselmeye başlayan tempo, serinin altıncı kitabında azalmadan devam ediyor. Bu maceralarında Dedektif Rizzoli ve Doktor Isles bilmedikleri sulara yelken açıyorlar ve insanlık tarihi kadar eski bir kötülükle mücadele etmeye çalışıyorlar : Şeytan'ın ta kendisi. Şeytanı ya da yeryüzündeki iblisleri avlamayı amaçlayan, son derece güçlü bir grup bu maceralarında Rizzoli ve Isles'ı destekliyor. Kendilerine Mefisto Kulübü diyen bu insanlar kendilerini şeytanı bulmaya, mistik olaylara, kadim sembollere adamışlardır. Bir toplantı gecesinde kapılarına vahşice katledilmiş bir ceset bulurlar. Kahramanlarımız olayı polisiye yöntemlerle çözmeye çalışırken, Mefisto kulübü metafiziğe yönelir. Saldırılar devam edip kulüp üyelerine sıra gelmeye başlayınca, geçmişte yaşanmış karanlık olayların üstü açılacak, nihayet cinayetlerin ortak noktası ortaya çıkacaktır.

Mefisto Kulübü'nde katilin cinayet mahallerine bir takım semboller çizmesi, kulüp üyelerinin bu sembolleri anlamlandırıp dedektiflere yardımcı olmaya çalışması bana biraz Da Vinci Şifresi'ni anımsattı. Tabii bu benzerlikten şikayetim yok, mistik konular kitabın çekiciliğini arttırmıştı bence.

Mefisto Kulübü oldukça zevkli bir polisiye, sembol bilimle tatlandırılmış, paralel kurgu ile hem Jane'nin macerasını hem de İtalya'da nefes nefese bir kovalamacayı anlatıyor. Serinin Cerrah'dan sonraki en sevdiğim kitabı bu oldu.



25 Aralık 2011 Pazar

Siliniş (Vanish)

Tess Gerritsen, Martı Yayınları

Bir Jane Rizzoli polisiyesi. Rizzoli & Isles serisinin beşinci kitabı.

Kahramanlarımızın yeni macerası yine morgda Doktor Isles'ın başına gelen tüyler ürpertici bir olayla başlıyor. Yoğun ve de yorgun doktorumuz, rapor yazarken son incelediği cesede dair ufak bir detayı anımsayamaz ve morga iner. Morgda az önce kesip biçtiği cesedi kontrol ederken başka bir ceset tuhaf sesler  çıkartmeya başlar. Maura Isles'ın en büyük kabusu gerçek olmuş, ölü diye getirilip morga konan genç bir kadın canlanmıştır. Maura kadını ceset torbasından çıkartıp acil servise yetiştirir. Birkaç gün sonra kadın hastanede terör estirip rehinelerle kendini içeri kapatacaktır. Bilmediği ise rehinelerden birinin esaslı cinayet masası dedektifi Jane Rizzoli olduğudur.

İkiz Bedenler'e nazaran Siliniş'i daha çok beğendiğimi söyleyebilirim. Kafasının dikine giden inatçı Rizzoli'yi olay üstünde izlemek zevkliydi. Serinin önceki kitapta düşen ivmesi bu kitapta yeniden yükselmişti. Tek sıkıntım fazlasıyla uzatılmış final oldu, kitabın son kısmı bence gereksiz yere uzundu, bitmek bilmedi bir türlü, ters köşelerden köşe beğeneyim derken heyecanını, anlamını kaybetti benim için.


18 Aralık 2011 Pazar

Kodeks (The Codex)

Douglas Preston, Artemis Yayınları

Kodeks konusuyla ilgimi çekmiş, okumayı çok istediğim bir romandı. Tropik ormanlarda müthiş bir hazinenin peşinde koşan bir grup maceraperestin öyküsü olarak özetleyebiliriz konuyu. Sonuç beklediğim gibi çıkmadı maalesef.

Maxwell Broadbent, profesyonel bir hazine avcısı, bir mezar soyguncusudur. Ömrü boyunca yasa dışı antikalar, paha biçilmez parçalar toplayarak muazzam bir servetin sahibi olmuştur. Kanser hastalığına yakalandığını öğrenince bütün hazinesi toplayıp kaçar ve bilinmeyen bir yere hazinesi ile kendini gömdürür. Geride kalan 3 oğluna imkansız bir görev bırakır. Oğlanlar, babalarına layık birer evlat olduklarını kanıtlamalı, Maxwell'i ve hazinenin gömüldüğü yeri bulmak zorundadırlar.

Kitap açıkçası hayal kırıklığı oldu benim için. Adeta çakma bir Indiana Jones filmi gibiydi, bu kitapta yazılan herşey, daha önce filmlerden  izlediğimiz bildik türde maceralar idi, hele bir köprü kısmı var ki, bildiğin Indiana Jones and the Temple Of Doom'daki köprü sahnesinin kopyası. Şaştım kaldım.

Tropik ve de egzotik ormanlarda, bir yanda tabiatla beri yanda kötü adamlarla mücadele ederek hazine peşinde koşan bir grubun hikayesini okumak istiyorsanız bu kitap sizin için yazılmış. Ancak çok özgün veya yaratıcı bir roman beklememek lazım. Orta karar bir kitap.


9 Aralık 2011 Cuma

Abdülmecit, İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl

Hıfzı Topuz, Remzi Kitabevi

Abdülmecit'i 2 sene önceki Tüyap Kitap Fuarı'ndan almış ama bir türlü okumamıştım. Bu seneki fuara gitmeden evvel, artık ayıp olmasın diye okuyup bitirdim. Kitabı okuduktan birkaç gün sonra bu padişahın mecliste anıldığını, ölümünün 150. yılı anısına Dolmabahçe Sarayı'nda bir sempozyum düzenlendiğini görünce de zamanlamama çok şaşırdım. Tam gündeme uygun bir okuma yapmışım demek ki:)


Eğer Hıfzı Topuz'un Meyyale, Taif'te Ölüm, Paris'te Son Osmanlılar romanlarından birini okuduysanız; yazar bu kitapta aynı romantik uslubu devam ettirmiş. Gayet yumuşak, sapsade bir anlatım; ana kahramanın hikayesinde yer alan yan karakterlerin ibretlik öyküleri, bol bol harem masalları ile örülmüş bir kitap elimizdeki. Abdülmecit'in hayatındaki belli başlı dönüm noktalarına değinirken ağırlıklı olarak harem olaylarına, padişahın birbiri ardına yaşadığı aşklara, kadın maceralarına yer veriyor. Bence bu alana kaymayıp ne bileyim bir Dolmabahçe Sarayının nasıl inşa edildğine bile yer verse daha başarılı olabilirdi. Kitaptan bende kalan, padişahın kadınlardan başını alamayan, nazik ve sevilen bir adam olduğu sadece. Fazla harem ağırlıklı yazıldığını düşünüyorum eserin.

Harem, cariye, aşk meşk konularıyla ilgiliyseniz okunabilir. Bir Osmanlı sultanı olarak Abdülmecit hakkında okumak istiyorsanız bu kitap doğru seçim değil.



7 Aralık 2011 Çarşamba

Nil'de Ölüm (Death On The Nile)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Nil'de Ölüm, Agatha Christie'nin en meşhur romanlarından biri. Nil Nehrinde egzotik ve de havalı bir seyahat esnasında işlenen cinayetler; renkli karakterler, ateşli Jackie ve beklenmedik çözümüyle, okunması gereken Christie romanlarının başında gelenlerden biri.

Linnet Ridgeway, büyük mirasa konmuş, zengin genç ve çok güzel bir kadındır. Çocukluk arkadaşı Jackie onu ziyarete geldiğinde Linnet'den bir iyilik ister : Acaba Linnet, Jackie'nin tutkuyla sevdiği nişanlısı Simon'a iş verebilir mi? Linnet, Simon'ı malikanede işe alır, gel zaman git zaman Simon güzel ve büyüleyici Linnet'e aşık olur,  Jackie'yi terk eder ve ikisi evlenirler.

Simon ve Linnet uzun bir balayı gezisine çıkarlar. Ne var ki aşktan gözü dönmüş, tutkuyla gözleri kararmış Jackie, gittikleri her yerde çiftin karşısına çıkarak asaplarını bozmaya başlamıştır. Nihayet Mısır'a gelen çifti takip eden Jackie, karı kocanın takipten kurtulmak için bindikleri Nil gezisi gemisinde karşılarına çıkar. Gemide birbirinden renkli tipler yolculuk etmektedir, tabii bunlarından başında meşhur dedektif Hercule Poirot yer almaktadır. Jackie'nin ümitsiz haline acıyan dedektif, genç kadına takibi bırakıp evine dönmesini öğütler ama Jackie yaşlı adamı dinlemez. Sonunda bir gece korkunç cinayet işlenir. Ama olaylar hiç de beklendiği gibi gelişmemiştir. Poirot lüks gemide kimliği belirsiz katilin peşine düşer.

Ben sahaflardan aldığım eski basımı okudum. Kitabın güncel baskısı da mevcut tabii ki:







5 Aralık 2011 Pazartesi

Suç, Bir Ceza Avukatından Gerçek Hikayeler (Verbrechen)

Ferdinand Von Schirach, NTV Yayınları

Suç, 2011'in en meşhur kitaplarından biri. Nisan ayında çıkmıştı, ben de Mayıs'ta alıp okumuştum ama nedense buraya yazmamışım. Halbuki Suç, kesinlikle bahsedilmeyi hakeden müthiş bir kitap.

Kitabın yazarı bir savunma avukatı; meslek hayatı boyunca akla hayale gelmedik suçlarla karşılaşmış. Bazen masumları, bazen de suçluları savunmuş. Sonunda bu gerçek hikayeleri oturup yazdığında ortaya çıkan kitap çok şaşırtıcı. Vakaların gerçekten yaşanmış olması dehşete düşürüyor insanı, neler oluyor şu hayatta diyoruz okurken. Neredeyse filmlerde, romanlarda görebileceğimiz inanılması güç olaylar, gerçekten yaşanmışlar ama! Yazar bu olayları salt kendi tarafından, hukukçu açısından anlatmamış; sanığın yaşadığı durumları sanki oradaymışçasına hikayelendirmiş;  suçun gerisinde yatan sebepleri ortaya koymaya çalışmış. Sonuçta bir çırpıda okunan, çarpıcı bir kitap çıkmış ortaya.

Kitabı Mayıs ayında okuduğum halde hala aklımdan çıkmayan 2 hikaye var. Biri müzede unutulan raptiyeli bekçi; diğeri de Irina ile şişman, ölü adam. Adaletin sağlanışı açısından bu iki hikaye beni özellikle etkilediler.

Eğer hala okumadıysanız kaçımayın derim.

Kediler ve Kitaplar'da Çavlan'ın Suç üzerine nefis yazısını da buradan mutlaka okuyun.. O yazıdan sonra hemen koşarak almıştım kitabı:)




3 Aralık 2011 Cumartesi

Kedilere Dair (On Cats)

Doris Lessing, Metis Yayınları

Nobel ödüllü yazar Doris Lessing, ömrü boyunca kedilerle yaşamış. Çocukluğunu geçirdiği Afrika'daki çiftlikte onlarca evcil ve yabanıl kediler; Londra'da yaşamaya başladıktan sonra eve gidip gelen, uzun yıllar yazarımız ve ev ahalisiyle beraber yaşyan kediler, sadece bir kaç sene  ortada görünenler, doğuranlar, kaçanlar, geçici olarak bakılanlar... Doris Lessing bütün bu kedileri müthiş yazar yeteneği ve sonsuz kedi sevgisiyle gözlemlemiş, sonra da her birinin hikayesini bu kitabı oluşturan hatıralarında anlatmış. Yıllar boyu gelip geçen kedilerin her bir diğerinden farklı, yazarımız da onları nevi şahsına münhasır bireyler olarak görüyor zaten, her pisinin kişiliğini özenle anlatıyor, tabii güzelliklerine hayran kalmaktan da geri durmuyor. Ah kedi diye tapınıyor onlara, güzel kedi, ipek kedi, kelebek patili kedi...

Kedi sevmeyenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap, böylece kedi kedi diye neden dellendiğimizi biraz anlayacaklardır:) Kedi sevenler benim gibi ağlayarak okuyacaklardır zaten. Zira bir kediyle yaşamış olan herkesin başından geçmiş olabilecek işler bu hatıralarda anlatılanlar; doğumlar, ölümler, hastalıklar, sakatlıklar, acılar ve kedinin bitmek bilmeyen antikalıklarından duyulan müthiş zevk:)

Edebiyat severlerin Doris Lessing'in dilinden, şahane gözlemlerinden nefis bir tat alacaklarına inanıyorum.

Benim için bu yıl okuduğum en güzel kitaplardan oldu "Kedilere Dair". Çok severek tavsiye ediyorum.

"Kedileri tanıyıp, hayat boyu kedilerle birlikte olunca geriye insanlara karşı duyulandan çok farklı bir hüzün tortusu kalıyor: Onların çaresizliği karşısında çekilen acı, hepimiz adına duyulan suçluluktan oluşan bir tortu."



İkiz Bedenler (Body Double)

Tess Gerritsen, Martı Yayınları

Bir Jane Rizzoli polisiyesi. Rizzoli & Isles serisinin dördüncü kitabı.

İkiz Bedenler, gerçekten insanın ağzını kurutacak bir olayla açılıyor. Meşhur Adli Tıp doktoru, Ölüm Kraliçesi lakabıyla tanınan güzel ve soğuk Maura Isles, Paris'e bir konferansa gitmiştir. Gece vakti, yorgun argın evine döndüğünde, mahallesinin polis kaynadığını, evinin önüne olay yeri şeridi çekildiğini görür. Dedektif Rizzoli, doktora hayalet görmüş gibi bakmaktadır. Nihayet ısrarlarına dayanamayıp olan biteni doktora anlatırlar. Maura'nın evinin önünde bir kadın öldürülmüştür. Kadın Maura'nın tıpkısıdır, öyle ki herkes onu doktor zannetmiştir. Maura maktülün otopsisine girer. Otopsi masasında bir dehşet sahnesi yaşanır, doktor adeta kendi kendini kesip biçmekte, kendi vücudunu parçalayıp iç organlarını çıkarmaktadır. Evlat edinilmiş olan Doktor Isles varlığından haberdar olmadığı ikiz kardeşini bulmuştur! Rizzoli ve Isles, esrarlı kadının cinayetinin peşine düşerler.

İkiz Bedenler'de, ekibimizin ibresi biraz daha Doktor Isles'a kayıyor. Hikaye onun üzerinden daha ağırlıklı anlatılmış. Rizzoli'nin biraz ağırdan almasının da sebebi var tabii, makul bir bahanesi olduğu için bu sefer kızmıyorum ama gelecek maceralarda lütfen artık eski acar, ateşli Rizzoli olarak geri dönmesini bekliyorum.

Martı Yayınları'nın çevirisini özensiz ve dağınık buldum. Bu kitaptan sonraki  5. macera Siliniş de Martı'dan çıkmış ne yazık ki, sonraki 2 macera ise çok şükür Doğan Yayınları'nda. Gerçekten Martı'nın bastığı kitaplar bitsin diye beklemekteyim. Tess Gerritsen'e Doğan Kitaplar yakışır.

Seriye devam etmek isteyenlere tavsiye edilir.


30 Kasım 2011 Çarşamba

Sekiz (The Eight)

Katherine Neville, Pegasus Yayınları


782... Fransa kralı Şarlman'a, barselona'nın müslüman valisi İbn-el-Arabi'den bir hediye gelir. 8 Mağripli'nin eşlik ettiği; altın ve gümüşten yapılma kadim bir satranç takımıdır bu hediye. Afrika çöllerinde ortaya çıkmış, kaynağını en eski efsanelerden alan; göçebe kabilelerin, Bedevilerin ve Tuareglerin ve büyük Arap filozoflarının vakıf olup içine işledikleri bir sırra sahiptip bu satranç takımı. Takımın gücünden korkan kral, sarp dağların tepesine Montglane Manastırı'nı inşa ettirir ve takımı buraya gömdürür.

1789... Fransa'da ihtilal zamanı... Bin yıldır Montglane Manastırı'nda yatan takımın gün ışığına çıkma zamanı gelmiş, oyun tekrar başlamıştır. Manastırın başrahibesi asırlardır manastır yöneticilerinin gizlediği sırrı rahibelerine açar ve takımın parçalarını kadınlara dağıtarak hepsini uzaklara yollar. Böylece ihtilalcilerin takımı ele geçirip kötücül amaçları uğruna kullanmalarını engellemeye çalışmaktadır. 8 tane taşı saklayan genç rahibe adayı Mireille, Paris'te ihtilalin ve onun mimarlarının tam ortasında kalacak ve beklenmedik olaylar sonucu satranç takımına gücünü veren esrarı öğrenmek için inanılmaz bir yolculuğa çıkacaktır.

1973...  New York'da yılbaşı gecesi, genç mühendis Catherine dostlarıyla yemek yerken yanına yaklaşan falcı kadın Cat'i tehlikede olduğunu söyleyerek uyarır. Fransız ihtilalinden yaklaşık 200 yıl sonra taşların gücü birilerini harekete geçirmiş ve Oyun tekrar başlamıştır. Dünyanın 8 büyük finans firmasından birinde çalışan Cat, iş icabı Cezayir'e gitmek ve dünyadaki 8 büyük petrol firmasıyla ilgili bir yazılım hazırlamak zorundadır. Montglane takımının hikayesini öğrenen Cat, maceraya atılır, bulmacaları çözerek satranç tahtasının sırrının doğduğu çöllerde  bu sırrı çözecek formülü aramaya başlar.

Kitabımız baştan sona paralel kurguyla 2 kahramanın hikayesini anlatıyor. 200 yıl önce genç ve cesur Mireille, taşları hayatı pahasına korumaya çalışırken takımın peşindeki güçlü oyuncularla mücadele ediyor. Geçmişte Kardinal Richelieu ve onun ardından filozof Voltaire; ardından alim Newton, sonra Talleyrand ve Robespierre, genç korsikalı Napolyon ve bütün Rusya'nın hakimi Çariçe Katerina, hepsi bu takımın esrarının peşindeler. Farmasonlar, Haşhaşiler, Gül Haçlılar bir zamanlar bu sırrı taşımışlar. Altın oran, felsefe taşı, satranç oyununda at döngüsü, herşey  bu takımla alakalı. Günümüzde Cat, ummadığı şekilde Cezayir'e gidip oyuna katılıyor ve  Montglane takımı arayışına başlıyor. Taşları bulup takımın sırrını kötü adamlardan önce çözmek zorunda. Biz de iki kahramanın maceralarını okurken takımın esrarlı öyküsünü ve formülünü anlamaya çalışıyoruz.

Sekiz eski bir kitap, 1988'de yayınlanmış. İçerdiği konular;  altın oran, farmasonlar, haşhaşilerden bahsetmesi; tarihi hikayelere yer vermesi akla Da Vinci Şifresi'ni getiriyor. İki kitabı karşılaştırmamak mümkün değil.

Dürüst olmak gerekirse, Sekiz'in çok zevk veren edebi bir dili yok, Da Vinci Şifresi kadar sürükleyici olmadığını da söyleyebilirim. Kitabın yarısı Fransa İhtilali ve onu takib eden Terör döneminde geçtiği için tarihi konulardan hoşlanmayanlar sıkılabilir. Fakat dopdolu bir roman Sekiz. Gerçek kişiliklerle gerçeküstü olayları çok güzel birbirine bağdaştırmış. Pek çok konudan başarıyla bahsediyor : insanoğlunun kadim efsaneleri, yeryüzünün mistik olayları, Indiana Jones-vari egzotik maceralar, kum fırtınaları, çöllerin gizemi, esrarengiz topluluklar, bitmek bilmeyen bir hazine arayışı... Bütün bunların üzerinde, sırlarla dolu satranç tahtası ve gerçekte hayatta oynanan bir satranç oyunu var. Oyunda yer alan her kişi bir taş aslında, kahramanımız Cat ise, önemsiz bir piyonken güçlü bir Vezir olmaya giden yolda başına gelen binbir beladan kurtulmaya çalışıyor.

Sekiz oldukça uzun bir kitap, tarihi hikayelerden, efsanelerden ve mistik olaylardan hoşlanıyorsanız okuyun derim. Hiç bitmeyen macera filmi tadındaki aksiyonu da cabası. Ama çok da lezzetli bir edebiyat beklememek lazım, final bölümünü de biraz zayıf bulduğumu söylemeliyim. Yedi yüz küsür sayfa okuduk, sonunda pıt diye çözüldü mesele. Oh!

Olsun, yine de sevdim ben Sekiz'i. Tarihi ve mistik hikayelerden ve hazine avcılığı maceralarından hoşlananlara tavsiye olunur.

"Sır, çöldeki bir kayanın altında değildi. Küflü bir kütüphanede de değildi. Bu göçebe adamların yumuşak bir şekilde fısıldanan hikayelerinin arasına gizlenmişti. Gece kumşlarda ilerleyerek, ağızdan ağza dolaşan sır, ölmekte olan bir ateşin kıvılcımları gibi hareket edip sessiz kumlara dağılıp karanlığa gömülmüştü. Sır, çölün seslerinde gizliydi, halkının hikayelerinde... kayaların ve taşların gizemli fısıltılarında."


22 Kasım 2011 Salı

Günahkar (The Sinner)

Tess Gerritsen, Martı Yayınları

Bir Jane Rizzoli polisiyesi. Rizzoli & Isles serisinin üçüncü kitabı.

Serinin bu kitabında nihayet Boston şehrinin yapış yapış yaz mevsiminden kurtuluyor ve bu sefer de dondurucu Aralık ayında bir manastırda işlenen korkunç cinayetlerle karşılaşıyoruz. (Zaten artık bana üste para verseler Boston'a gitmem, yazı ayrı pis, berbat bir sıcak; kışı göz açtırmıyor, kar buz; sapık seri katiller şehirde fink atıyor, bu ne be?)

Dedektif Rizzoli ve Adli Tıp Doktoru, ölüm kraliçesi Dr Isles şehirdeki eski manastırda öldürülen rahibeleri bulurlar. Dünyadan elini eteğini çekmiş, kimseye bir zararı olmayan bu kadınlara kim saldırmıştır? Dr Isles'ın yaptığı otopside ise inanılmaz bir gerçekle karşılaşırlar.Doktor rahibelerden genç olanının yeni doğum yapmış olduğunu ortaya çıkartır. Rizzoli ve Isles cinayeti araştırmaya başlarlar.

Açıkçası bu macerada ilk ikisinin nefes nefese temposunu bulamadım. Serinin bu 3. kitabında, anlatının odağı Rizzoli'den Maura Isles'a kayıyor. Bir önceki kitapta nasıl Rizzoli'yi daha yakından tanıdıysak, burada da Maura Isles'ın geçmişini öğrenmeye başlıyoruz. Dr Isles, dedektifimiz gibi acar, ateşli ve cerzebeli değil; evlere şenlik gürültücü İtalyan ailesi de yok. Gayet cool tabir edeceğimiz, soğukkanlı biri Doktor. Kitabın odak merkezi Doktor olunca da,  hızı da ilk iki maceraya göre daha düşük olmuş sanırım. Daha yavaş, heyecanı daha az bir macera bu. Diğerleri gibi nefes nefese okunmuyor Günahkar. Biraz hayal kırıklığı oldu açıkçası.

Bu kitabı türün tüm meraklılarına değilse de benim gibi Rizzoli & Isles severlere tavsiye ediyorum. Her şeye rağmen, seriyi merakla okumaya devam ettiğimi söylemeliyim.


19 Kasım 2011 Cumartesi

Çırak (The Apprentice)

Tess Gerritsen, Martı Yayınları

Bir Jane Rizzoli polisiyesi. Rizzoli & Isles serisinin ikinci kitabı.

Tess Gerritsen'in kitaplarının yarısı Doğan Kitap'tan yarısı Martı Yayıncılık'tan çıkmış nedense. Kahramanımızın korkunç seri katil Cerrah ile ilk macerasını Doğan'da; maceranın devamını Martı'dan okuyoruz, ilginç tabii.

Çırak, Cerrah romanının devamı, onu tamamlayıp bitiren bir kitap. Eğer Cerrah'ı okuyup bayıldıysanız Çırak da mutlaka okunmalı.

Cerrah'ın Boston'da estirdiği terörün üzerinden 1 sene geçmiştir ve şehir yine bir ateş gibi yaz mevsiminde kavrulmaktadır. Rizzoli'ye başka bölgede çalışan Dedektif Vince Korsak'dan çağrı gelir. Korsak'ın bölgesinde korkunç bir cinayet işlenmiştir ve Cerrah vakasıyla benzerlik taşıdığı için Korsak Rizzoli'nin olay yerini görmesini ister. Lüks malikanede işlenen cinayette Rizzoli adeta kan banyosuyla karşılaşır. Koca vahşice infaz edilmiş, karısı ortalarda yoktur.. Çok geçmeden kadının cesedi bulunur... ve diğerlerinin de. Bu sefer Dominatör adı takılan yeni bir seri katil ortaya çıkmıştır ve Rizzoli bu davanın başına geçirilir. Nedense FBI da bu olay üzerinde beraber çalışmak için Gabriel Dean isimli bir ajanı göndermiştir. Rizzoli bir yandan Dean ile didişirken, Korsak ile katilin peşine düşerler. Cesetleri inceleyen ölüm meleği diye tanınan karizmatik adli tıp doktoru Maura Isles ise onlara duymak bile istemedikleri korkunç bilgiler vermektedir. Dominatör cinayetlere devam ederken, en olmayacak şey olur, ustası hapisten kaçar! Rizzoli'nin kabus dolu günleri böylece başlar.

Kitabı çok akıcı ve heyecanlı buldum, özellikle ilk kısımlarda nefes almadan okuduğumu söyleyebilirim. Kitapta kan gölü sahneler, otopsi sahneleri yine büyük açıklıkla, en korkunç detaylar eksik kalmaksızın anlatılmış, gayet geriliyorsunuz okurken. Ayrıca Jane'i biraz daha yakından tanıdığımız, hayatına dair bireyler öğrenip karakterini daha iyi anladığımız bir kitap olmuş. Yani artık kahramanımızı sevmeye başlıyoruz Çırak'ta.

Adli tıp doktoru Maura Isles da bu kitapla sahneye çıkıyor, oldukça soğuk ve karizmatik bir karakter. Maura'nın otopsileri gayet detaylı yazılmış, sanki oradaymışçasına en iğrenç küçük detayı kaçırmıyoruz yani.

Kitapla ilgili bir şikayetim var, final bölümünde, çeviriden kaynaklı mı bilmiyorum, bir kopukluk var gibi geldi bana. Artık günahı Martı Yayıncılık'ın boynuna.Orada bir karışıklık olabilir. 

Cerrah'ı sevenlerin kaçırmaması gereken bir roman.


Cerrah (The Surgeon)

Tess Gerritsen, Doğan Kitap

Bir Jane Rizzoli polisiyesi. Rizzoli & Isles serisinin birinci kitabı.

Boston kentinde görülmemiş derecede korkunç bir seri katil türemiştir. Kurbanlarını savunmasız genç kadınlardan seçen katil, gece tek başınayken kurbanlarını kaçırır, ellerini ayaklarını bağlar, sonra kurban halen hayatta ve herşeyin farkında iken kadını canlı canlı keser.  Zanlıya kısa sürede Cerrah adı takılır. Boston cinayet masasının acar kadın dedektifi Jane Rizzoli katilin peşine düşer.

Cerrah, Rizzoli & Isles serisinin ilk kitabı; henüz Maura Isles ortada değilse de, olaylar bu kitapta başlıyor. Jane Rizzoli sorunlu, acı bir kahraman. Ufak tefek, alımsız bir kadın Jane ve cinayet masasındaki tek kadın dedektif o. Bu yüzden hep herkesten çok daha fazla çalışmış, bazen başarılarının başkalarınca sahiplenilmesine göz yummak zorunda kalmış. Departmandaki tek kadın olduğu için maruz kaldığı her türlü eşşek şakasını görmezden gelmek üzere kendine kalın bir zırh geliştirmiş ve o zırhın içinde tek başına çabalayıp duruyor. Bütün bu çabalama sonucunda sert, geçimsiz, aksi biri olup çıkmış. Televizyon dizisi Rizzoli & Isles ile aşinalığınız varsa, Jane o dizideki sempatik, sevimli, manken gibi biri değil. İşkolik, yalnız ve katı bir dedektif o. Peşinde koştuğu davalara bakınca, öyle olması daha hayırlı herhalde.

Cerrah bence okuyucuyu germeyi beceren, pek kanlı ve de ürkütücü sahneleri oldukça iyi anlatan sağlam bir polisiye. Bir cinayet vakasındaki katil kim sorusundan ziyade kanlı seri cinayetleri ve dedektiflerin katili yakalama çabalarını anlatıyor. Polisiye/gerilim sevenlere Rizzoli ile tanışmalarını öneririm.




15 Kasım 2011 Salı

Oğullar Ve Rencide Ruhlar

Alper Canıgüz, İletişim Yayınları

O bir cehennem cücesi... o kabuslar ülkesinin Peter Pan'ı... O mahallenizdeki en çapraşık cinayeti cin fikirleriyle çözecek olan bir bodur hafiye! O Alper Kamu!

Alper Kamu 5 yaşına bastığında en olgun çağına geldiğine inanır, ondan sonra artık çürüme başlamaktadır. Devlet memuru ebveynini anaokuluna gitmemek için ikna eder. Anaokulu, 5 yaşında Oğuz Atay okuyan (ama kelime hecelemeyi bilmeyen) Alper Kamu için bir işkencedir zira. Bir de müzik dersi vardır üstelik : "Bir de şarkı söyleme muhabbeti vardı. Repertuarımız, dünyanın en kötü müzisyenleri tarafından, eğitilebilir küçük embesiller için yazılmış bazı eserlerden oluşuyordu ve açıkçası sınıf arkadaşlarımın müzikal yetenekleri heveslerinin çok altındaydı." Alper Kamu anaokuluna gitmekten yırtar. Anası babası işteyken sokağa çıkıp Kansız Celal'le, Cemalettin'le takılır.

Bir akşam vakti, yemekten sonra apartmanın önüne indiğinde karşı evde işlenen cinayete tanık olan Alper, keskin zekası ve çocuk olmanın avantajlarını kullanarak olayı çözmeye girişecektir.

Oğullar ve Rencide Ruhlar, küçük bir mücevher, keşfedilmeye bekleyen enfes bir hazine. Olaylar kahramanımızın ağzından anlatılıyor. Ama o çok zeki, ukala, çokbilmiş bir çocuk ve tam hedefe yolladığı saptamalarıyla çevresini delirtirken bizi de zevkten dört köşe ediyor. Son derece eğlenceli yine de söyleyeceğini alabildiğine keskin anlatan bir kitap bu. Anlatım pürüzsüz, birkaç sayfa ile Alper Kamu'nun ailesi gözümüzün önünde canlanıyor, oyun oynayıp dayak yediği, kavgalara bulaştığı mahallesi bizim çocukluğumuz mahallesine dönüyor, komşuları, bakkalı, Alev ablası ile herkes adeta tanıdık geliyor, o kadar sıcak ve canlı yazılmış kitap.

Çocuk sevmeyene çocuk sevdirir bu Alper Kamu! Hararetle tavsiye edilir.

"O doğuştan araba yıkayıcısıydı.Ne var ki hayat onu bakkallığa mahkum etmişti; pek çok müthiş kabzımalı milletvekilliğine mahkum ettiği gibi.Sistem yetenekleri heba ediyordu."


13 Kasım 2011 Pazar

Oda (Room)

Emma Donoghue, Doğan Kitap

Oda, Jack'in bütün dünyası, doğduğu günden bugüne, 5. doğumgününe kadar yaşadığı, gördüğü bildiği tek mekan. Jack için bütün varoluş salt bu oda, diğer şeyler televizyon. Yani gerçekte yoklar, başka gezegenlerde diğer şeyler. Jack'i olabildiğince sağlıklı tutmaya çalışan Anne için ise, bir zindan burası ve Jack büyüdükçe, sorulara cevap veremedikçe iyice içine sığılmaz olan bir zindan

Oda, bir solukta okunan, okunduktan sonra zihnimizden çıkartamadığımız, beraberimizde taşıdığımız o güzel romanlardan biri. Son derece içe işleyen bir anlatımı var. Yazar romanı 5 yaşındaki Jack'in ağzından ve onun bakış açısından anlatıyor ve bunu o denli başarılı yapıyor ki hayran olmamak elde değil. Doğduğu andan itibaren içinden bir an olsun çıkmadığı tek bir odada yaşayan ve dünyayı hç tanımamış bu çocuğun gözlerinden anlatılan hikaye son derece sade, çarpıcı, bir o kadar duygulu ve zekice. Tıpkı Jack gibi.

Konu olarak akla lise çağlarında okuduğumuz VC Andrews'un Çatı serisini getiren Oda, o seriden alabildiğine farklı, hikayesini uzatmadan anlatıyor, gerçekliğiyle içimize işliyor ve tam olması gereken yerde hikayesini bitiriyor. Gereksiz uzatmalar yok Oda'da; sadece anlatılması gereken bir hikaye var. Jack'in ve onu tüm kötülüklerden korumaya çalışan genç Anne'nin öyküsü.

Bu özel kitabı mutlaka okumanızı öneririm.


18 Ekim 2011 Salı

DAVA ; Çünkü sanıklar , en güzel olanlardır...



Çünkü sanıklar , en güzel olanlardır...

Dava'nın en çarpıcı yanı, yaşam ya da dünya tarafından tutuklanmış , fakat bunun bilincine hiçbir zaman varamamış olmamızdır...

Bu , aslında kendimizi savunamayacağımız bir mahkemedir.

Kafka okuyarak ruhumuzun bilmediğimiz yanlarını yeniden algılarız.

Olması gerekeni değil olanı çok net görürüz , görmek istemediklerimizi daha fazla görmezden gelemeyiz.Hayatın içinde ne kadar ince ironi varsa hepsi bu yükte hafif , pahada ağır minik kitapta esaslıca özetlenmiştir....

O, aslında devletlerle dalga geçerken ,isyanlarımızın bir sonuca ulaşmayacağını ve aslında bir geleceğin olmadığı gerçeğini ağır ağır yayılan bir serum gibi kanımıza alaycı bir mizahla damlatır.Pek moda olan Secret ve Kuantum inanışlarını bir çırpıda silerken , Meleklerle Yaşayanları da fena tokatlar.

Dava , insanoğlunun artık neredeyse kurtulunması olanaksız bir yazgıya dönüşen kuşatılmış yaşamının öyküsüdür.

Her ne kadar herkesin kuşatılmışlığı kendine de olsa ,''Bu çağa korku egemendir , çünkü insan , insanca bir dil aracılığıyla iletişim kurabilme , böyle bir dille insanca tepkiler uyandırabilme olanağından yoksun kalmıştır. Albert Camus'un deyişiyle, bu olanağın bulunmadığı bir çağ artık ancak 'Korku Çağı' diye adlandırılabilir. Kafka'nın davada betimlediği yargılama süreci, böyle bir çağın en güçlü simgelerinden biridir ve onun eseri, insan insanın korkusu olarak kaldığı sürece , güncelliğini hiç yitirmeyecektir.''

'İnsanlar arasında sürüp giden uzun diyalog , artık kesildi. Ve diyalog yoluyla ikna edilemeyenlerin insanda ancak korku uyandırması da son derece doğaldır.'

Bakınız hükümete , onlar için de farklı bir açıdan tek yol devrim değil mi?

'Bazen bir gurupta ortak bir yarar bulunduğuna ilişkin inanç belirse bile , kısa sürede bunun bir yanılgı olduğu ortaya çıkar....Bu nedenle ortak davranılarak bir şey kabul ettirilemez , yalnızca tek bir kişi bazen gizlice bir sonuç elde edebilir; ötekiler, bunu ancak sonuç alındıktan sonra öğrenirler; bunun nasıl olabildiğini ise kimse bilmez.'

Ve gündelik yaşamlarımızda hala öyle değil mi?


Not: Bu yazıdaki alıntılar Franz Kafka , Albert Camus Ve Ahmet Cemal'den yapılmıştır.

Üçüncü Kız (The Third Girl)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Mösyo Poirot evinde oturmuş çörek yiyip kakao içerek keyif çatmaktadır. Tam kahvaltısının ortasında genç bir kız Mösyö Poirot'yu ziyarete gelir. Kız bir cinayet işlemiş olabileceğini öne sürer, sonra da kaçıp gider. Poiro kızgındır. O esnada yakın arkadaşı ve de cinayet romanları yazarı sevgili Madam Ariadne Oliver, Poirot'ya telefon eder. Morali bozulmuş olan meşhur Dedektif kalkıp kadının evine misafirliğe gider. Meğersem bu kızcağızı Poirot'ya Madam Oliver göndermiştir. Ama kız cinayet işlemiş olabileceğini söylerken ne kastetmiştir? Birini öldürmüş olsa bunu kesinlikle bilmesi gerekmez midir? Dedektif ve yazar, bu esrarlı olayı ve ortadan kaybolan kızı araştırmaya başlarlar. Çünkü bir cinayet söz konusudur ve Hercule Poirot bu cinayeti istemektedir.

Üçüncü Kız öncelikle farklı atmosferi ile beni çarptı. Olaylar 1960'ların hippi Londra'sında geçiyor. Mösyo Poirot ve Madam Oliver sürekli yeni nesilden, uzun saçlı oğlanlardan, Beatnikler'den şikayet ediyorlar. Bu durum da beni eğlendiriyor. Ayrıca bu kitapta Madam Oliver yine saç biçimini değiştirmiş ve Poirot'nun habire yere düşen bir takma bukleyi çıkartıp usulca masanın üzerine filan bırakması nefis:) Hem dedektifimiz, hem de yazarımız bu romanda oldukça enerjikler ve beraberce davayı soruşturuyorlar. Bu da kitaptan aldığım zevki arttırıyor şüphesiz.

Kitapta Hercule Poirot'nun çalışma, düşünme ve çözümleme sistemine yönelik epey detay var. Bu açıdan da ilgi çekici olduğu söylenebilir. Finalde cinayetin çözümünde de şaşırtan, bence çok zevkli bir kitap. Son zamanlarda deli gibi okuduğum A.C. romanlarından en çok sevdiğim Briç Masasında Cinayet ile beraber Üçüncü Kız oldu.


17 Ekim 2011 Pazartesi

Mavi Trenin Esrarı (Yakut Kana Bulandı) (The Mystery Of The Blue Train)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Arkadaşım Thalassapolis'in yazısından sonra bu kitabı okumayı çok istemiştim. Sahaflardan kitabın eski bir versiyonunu bulunca da çok sevindim. Fakat kitabı okuduktan sonra başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Thalassapolis'in ballandırarak anlattığı Poirot ve uşağı Geroges'un muhabbetleri okuduğum kitapta yer almıyordu. Demek ki kitap kırpılarak resmen kuşa çevrilmiş eski basımda, gerçekten hayal kırıklığına uğradım.

Mavi Trenin Esrarı egzotik memleketlerde geçen zevkli bir polisiye romanı. Zengin Amerikalı Rufus Van Aldin, biricik varisi ve tek evladı kızı Ruth'a son derece kıymetli yakutlar hediye eder. Van Aldin kızının evlendiği adamdan hiç memnun değildir, adamın dansöz bir metresi olduğunu bilir ama aynı şekilde kızının da bir sevgilisi olduğunu bilmez. Ruth, Mavi Tren ile Fransız Rivierasına bir seyahate çıkar fakat yolda hunharca öldürülür, yakutlar da çalınır. Allahtan Mösyö Hercule Poirot trendedir ve Fransız Rivierasında işlenen bu korkunç cinayeti çözecektir. Katil iğrenç bir sapık mıdır, yoksa tarihi önem taşıyan yakutların peşinde bir antika meraklısı mıdır? Ruth'un kocasının, kocanın metresinin de aynı trende bulunmaları işleri iyice karıştırır.

Kitabın ilk yarısı oldukça zevkliydi, heyecanla okudum. İkinci kısım biraz kopuk kopuk geldi bana, şimdi bunun sebebinin kitapta yapılan kesintiler olduğunu düşünüyorum. Sanırım tekrardan güncel basımı okumam gerekecek.

Olaya karışan pek çok karakter var, en öne çıkanı harikulade Miss Grey. Gri gözlü, güzel ve zeki bu genç kadın Poirot ile yarenlik ederek adeta onunla bir cinayet araştırması yapıyor. Bu karakteri gerçekten çok sevdiğimi söyleyebilirim. Diğer tipler de oldukça canlı ve iyi yazılmışlardı. Cinayetin çözümü de yeterince şaşırtıcı idi.

Yine de bu kitabın Agatha'nın en sevmediği kitap olduğunu biliniyor. Hayatının en zor döneminde (annesinin ölümü ve kocasının ihaneti ardından Agatha'nın 10 gün ortadan kaybolduğu esrarlı dönem) yazmış bu romanı Agatha Christie. Ben kesinlikle nefret edilesi olduğunu düşünmüyorum kitabın. Tabii A.C. doğrusunu bilir, ne diyeyim?



16 Ekim 2011 Pazar

Esrarengiz Sanık - Koltuktaki Ölü (Sad Cypress)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Bu da Suveren çevirisi değil, yeni basımlardan biri. Sanırım bu yeni çevirileri almamız gerek arkadaşlar. Eski çevirilerin oldukça kırpılmış olduğuna inanıyorum artık.

Bu kitap daha önce Koltuktaki Ölü adıyla çevrilmiş. Güncel basımda isim tekrar değişmiş. Çiğdem Öztekin çevirmiş romanı dilimize. Keşke orijinal isme sadık kalsaymış. Romanın orijinal adı bir Shakespeare oyunundan alıntı, Sad Cypress - Hüzünlü Selvi manasında. Ve kahramanımıza çok uygun bir isim bu. Poirot'dan bahsetmiyorum tabii, bu romanın kahramanı Elinor Carlisle. Kitabın başında Elinor'u çok güzel ve gururlu, oldukça vicdanlı ve sağduyulu bir genç hanım olarak tanıyoruz. Sayfalar ilerledikçe Elinor'un bu sakin, ağırbaşlı görüntüsünün altında tutkulu bir kadın, adeta kıpkırmızı kadife gibi bir Lancaster gülü olduğu ortaya çıkıyor. O vakit Elinor'un ismi bana bilerek seçilmiş gibi geldi. Belki de Jane Austen'in "Sense and Sensibility - Kül ve Ateş" romanındaki Elinor'a bir atıf idi bu Elinor. Nasıl ki, iki kız kardeşin öyküsünü anlatan Kül ve Ateş'te Elinor sağduyulu ablayı, külü temsil ediyorsa, bu kitapta da Elinor sağduyunun, vicdanın ta kendisi oluyor.

Kitabın oldukça kompakt bir öyküsü var, pek az karakter etrafında geçiyor olaylar. Zengin Bayan Welman felç geçirir ve vasiyetname yapamadan ölür. Büyük miras tek akrabası Elinor Carlisle'a kalır. Elinor, Bayan Welman'ın kocasının yeğeni Roderick ile nişanlıdır, genç adama delice aşık olduğunu hiç belli etmez çünkü Roddy Elinor'u salt dostça bir muhabbetle sevmektedir. Malikaneye gittiklerinde Roderick, Bayan Welman'ın bahçıvanının kızı güzel Mary'e ilk görüşte aşık olur. Elinor kendi hiç sahip olamadığı tutkulu aşkı Roddy'nin Mary'e verdiğine şahit olunca nişanı atar. Günler sonra kendine miras kalan malikaneyi satan  Elinor halasının eşyalarını toparlamak için eve döndüğünde, Mary Gerrard ile karşılaşır. Malikanede Elinor Mary'e kendi elleriyle hazırladığı sandöviçlerden ikram eder ve Mary 1 saate kalmaz ölür. Polis, kıskançlık sebebi ile Mary'i zehirlediği şüphesiyle Elinor'u tutuklar.

Kitabımız tam bu noktada başlıyor, Elinor'un mahkemedeki ruh haliyle açılış yapılıyor. Daha sonra geriye dönüşlerle geçmişteki olayları öğreniyoruz. herkes Elinor'un katil olduğunu düşünürken, suçu kanıtlanıncaya değin masum olduğuna inanan Mösyö Poirot gerçekleri araştırmaya başlıyor. Kitabın kurgusu oldukça değişik. İlk bölümde geriye dönüp hikayeyi okuyor, ikinci bölümde Hercule Poirot'nun araştırmalarına katılıyoruz. Üçüncü bölüm ise Agatha külliyatı açısından eşsiz, cinayet yargılamasında mahkeme sürecine katılıyoruz bu bölümde. Kitapta en çok bu kısımdan zevk aldığımı söyleyebilirim. Sanık sandalyesinde oturan Elinor'un iç dünyasında olup bitenler ile mahkeme süreci aynı anda anlatılıyor, böylece olayların tamamen içine girerek Elinor gibi sanık sandalyesinde hissediyoruz kendimizi.

Çok farklı bir A.C. romanı Koltuktaki Ölü, daha duygusal diğer kitaplara göre. Cinayetin çözümüne gelince ise hayal kırıklığı olduğunu söylemeliyim, çünkü benzer çözüme sahip okuduğum 3. veya 4. A.C. romanı olmalı. Üstüste çok fazla A.C. okumanın kötü tarafı bu olsa gerek. Beri yandan bu kadar az karakterin etrafında dönen bir roman için yine de beklenmedik bir son tabii ki.

Kitabın dostlarım Biblio ve Thalassapolis tarafından yazılmış güzelim değerlendirmelerini de lütfen okuyunuz. Kitaba çok farklı bir gözle bakacağınızdan eminim.



15 Ekim 2011 Cumartesi

Cenazeden Sonra (After The Funeral)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Cenazeden Sonra sanırım okuduğum ilk Suveren çevirisi olmayan Altın Kitaplar Agatha romanı. Çeviriyi Çiğdem Öztekin yapmış. Tahmin ediyorum eski basım kırpılmıştı, yeni basımı tam baskı çevirdiler. Böyle düşünmemin sebebi, kitabın alışılagelmiş Agatha romanlarından daha volümlü olması, tam 317 sayfa! Yıllardır okuduğumuz A.C. romanları ise 180-200 sayfa civarındadır. Aynı durum Hollow Malikanesi Cinayeti'nde de geçerli. Güncel basım kocaman ama benim okuduğum eski versiyon gayet ince idi. Bu konu beni düşündürüyor, çok uzun yıllardır Altın Kitaplar bu romanları Gönül Suveren çevirileri ile basar, bazen kapağını hatta ismini değiştirir kitabın, ama aynı çeviri devam eder. Peki okuduğumuz bütün o romanlar Agatha Christie'ye ne kadar sadık kalarak çevrilmişti, biz gerçekten A.C.'nin yazdıklarını okuyabildik mi? Bütün kitapların güncel basımlarını mı almalıyız? Bu konuda düşüncelerinizi paylaşırsanız sevinirim.

Gelelim kitabımıza, romanımız Abernethie ailesinde yaşanan bir ölümle başlıyor. Yaşlı Richard Abernethie ölmüş, ailesi cenaze töreni için toplanmıştır. (Kardeşler ve kardeş çocuklarından oluşan ailede kimin kim olduğunu rahatça anlamamız için kitabın başına bir aile ağacı koymuşlar, pek güzel olmuş.) Cenazeden sonra sıra vasiyetnamenin okunmasına gelir. Miras hayattaki akrabalara adilane şekilde dağıtılmıştır. İçlerinden biri, Richard'ın yeğenlerinden Cora pat diye aslında Richard amcanın öldürüldüğünü öne sürer. Cora ailede daima patavatsız ve boş kafalı bulunduğundan kimse bu lafları ciddiye almaz. Bir kişi dışında. Aile avukatı Bay Entwhistle, Cora'yı çocukluğundan beri tanımaktadır, Cora daima patavatsız ama içinde gerçeği barındıran laflar etmesiyle tanınmıştır. Avukat kadının söylediklerinden huzursuzluk duyar. Birkaç gün sonra Cora baltayla parçalanarak öldürülünce Avukat bey hiç vakit kaybetmeden Hercule Poirot'dan yardım ister. Acaba Richard Abernethie gerçekten cinayete mi kurban gitmiştir? Cora'nın öldürülmesinin bu olayla alakası var mıdır? Ve katil kimdir?

Cenazeden Sonra klasik bir Agatha romanı. Eski, köklü İngiliz ailesi ve dedelerden kalma tozlu malikane hakkında yazılanları okumak çok zevkliydi. Cinayetin çözümü her zamanki gibi beklenmedik oldu. Fakat artık bu çözümün A.C:'nin favorilerinden olduğunu düşünmeye başladım, özellikle üstüste bir çok A.C. romanı okuyunca benzeşen yönleri görmeye başlıyorsunuz. Bazıları aynı yöntemle çözülüyor cinayetlerin. Yine de bu kitapta çözümü çok hoş bulduğumu ve kesinlikle tahmin edemediğimi söylemeliyim:)


29 Eylül 2011 Perşembe

Üç Perdelik Cinayet (Three Act Tragedy)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Ünlü aktör Sir Charles Cartwright, sahneleri bırakmış, Cornwall sahilinde Karga Yuvası diye şahane bir villa yaptırmış, emekliliğin tadını çıkartmaktadır. O akşam bir kaç konuğuna yemek vermektedir. Kasabadan birkaç kişi, şehirden bazı meşhur konuklar ve Sir Charles'ın çocukluk dostu Doktor Bartholomew da yemeğe davetlidir. Herkes kokteyl içip eğlenirken, ansızın papaz efendi fenalaşır ve kimse ne olduğunu anlamadan oracıkta ölür.

Papazın ölüm nedeni kriz olarak açıklanır. Evsahibi Sir Charles ise bunun bir cinayet olduğundan emindir. Onu sadece kasabanın zeki ve hoş kızı Hermione ile yaşlı dostu Mr Satterthwaite ciddiye alırlar. Kısa süre sonra Doktor Bartholomew evinde verdiği yemekte aynı papaz efendi gibi içkisinden bir yudum alır ve oracıkta ölür. Aynı papaz efendi gibi onun da içkisinde zehir bulunmaz.  Sir Charles dostları Hermione ve Mr Satterthwaite ile cinayetleri araştırmaya koyulur.

Bu roman, Hollow Malikanesi ile aynı dertten muzdarip. Başta çok kısaca yemek davetinde karşılaştığımız Hercule Poirot, daha sonra biz kitabın ortalarına gelene kadar ortalarda görünmüyor. Charles Cartwright ve dostları çifte cinayeti çözmeye çalışıp kanıt peşinde koşarken, nihayet önceleri olayın cinayetin olduğuna inanmayan Poirot hata ettiğini kabul edip ekibe katılıyor. O zaman kadar bizim ekip oldukça ilerlemiş oluyorlar haliyle. Sonra da Poirot pıtır pıtır açıklıyor olayı. Tabii ki sürprizli bir final bizleri bekliyor.





28 Eylül 2011 Çarşamba

Hollow Malikanesi Cinayeti (The Hollow)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Angkatell ailesi ve dostları haftasonu için Lord ve Lady Angkatell'in Hallow malikanesinde toplanırlar. Yetenekli doktor John ve fazla zeki olmayan karısı Gerda misafirler arasındadır. Ailenin güzel ve karizmatik heykeltraşı Henrietta aynı zamanda John'un metresidir. Fakir uzak akraba Midge, zengin kuzen Edward'e aşıktır, Edward ise yıllardır Henrietta'yı umutsuzca beklemektedir. Diğer akraba genç David hepsinden nefret etmektedir. Aile gece yemekten sonra salonda otururken civardaki yazlık evlerden birini kiralamış olan ünlü aktris Veronica Cray salona girer ve kibrit ister. Kadını evine Doktor John götürür.

Ertesi gün o civarda yazlıkta oturan bir başka meşhur şahsiyet, dedektif Hercule Poirot, Lady Angkatell'in öğle yemeği davetine katılmak için Hollow malikanesine gelir. Bahçeye girdiği anda bir cinayete şahit olur. Doktor John havuz başında vurulmuş yatmaktadır. Karısı elinde silahla şaşkın şaşkın kocasının ölümünü izlemektedir. Ailenin diğer üyeleri de havuzun etrafına dizilmiş, bu manzarayı seyretmektedirler. Poirot karşısındaki sahneyi yapmacık bulsa da cinayet gerçektir, John ölmüştür. Poirot gerçeğin göründüğü gibi olup olmadığını incelemeye başlar.

Bu kitabı pek sevdiğimi söyleyemeyeceğim çünkü roman daha çok Angkatell ailesi arasında geçiyor. Bu karakterleri ve aralarındaki ilişkileri okuyoruz, taa kitabın ortalarında sevgili dedektifimiz ortaya çıkıyor. Hani Poirot hiç Hollow köşküne gelmese, bu olay aile arasında çözülebilir, biz de gerçekleri sonradan öğrenebilirdik. Biraz sıkıldım açıkçası bu kitabı okurken. Okumasam da olur bir kitap.




27 Eylül 2011 Salı

Sonuncu Kurban (Dead Man's Folly)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Meşhur elmasever cinayet romanları yazarı Mrs Ariadne Oliver, Devon'daki Nasse malikanesine davet edilmiştir. Burada düzenlenecek panayırda insanları eğlendirmek için bir Cinayet Oyunu tertipleyecektir. Yani bir cinayet hikayesi yazacak, ipuçlarını malikane civarina yerleştirecek, bu ipuçlarını bulup doğru şekilde çözenler de cesedi bulacaklar ve cinayeti çözeceklerdir.  Mrs Oliver bu oyunu hazırlamaya başlar ancak kuvvetli önsezileri işin içinde bir tuhaflık sezmektedir. O da hemen eski dostu meşhur Belçikalı dedektif Poirot'yu Nasse köşküne davet eder. Mrs Oliver gerçek bir cinayet işleneceğinden korkmaktadır. Poirot'dan bunu önlemesini ister. Malikanedekilere de cinayet oyununda birinci gelecek kişiye ödülünü vermesi için Poirot'yu davet ettiğini söyler, böylece dedektifin gelişinden kimse şüphelenmez. Nihayet panayır günü bütün civar halkı malikanenin bahçesine doluşmuş oyunlar eğlenceler gırla giderken, Ariadne Oliver'in korktuğu başına gelir. Cinayet oyununda kurban rolünü oynamak için seçtikleri kasabalı genç kızın cesedini bulurlar. Peki dünyada tek bir düşmanı bile olmayan, içeriden kilitli kayıkhanede oturmuş bulunmayı bekleyen bu zavallı kızı kim, neden ve nasıl öldürmüştür ?

Konu itibariyle oldukça ilgimi çeken kitap olsa da genel olarak ortalama bir macera, Sonuncu Kurban. Cinayet oyununun romanda daha fazla yer almasını isterdim, olaylar bu oyun etrafında dönseydi belki kitap daha heyecanlı olabilirdi.

Kitabın güncel baskısı mevcut:



26 Eylül 2011 Pazartesi

Elmayı Yılan Isırdı (Hallowe'en Party)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Meşhur cinayet romanları yazarı Mrs Ariadne Oliver, arkadaşı Judith Butler'ın Woodleigh köyündeki evinde kalmaktadır. İki kadın, köy çocukları için düzenlenecek Cadılar Günü partisinin hazırlıklarıyla uğraşmaktadırlar. Küçük bir kız, Mrs Oliver'ın gözüne girmek için geçmişte bir cinayete tanık olduğunu iddia eder, kızı kimse ciddiye almaz. Ne var ki, parti gecesi küçük kızın cesedi kütüphanede bulunur. Çok üzülen Mrs Oliver hemen eski dostu Hercule Poirot'dan yardım ister. Küçük kızın gerçekten bir cinayete tanık olduğu doğru mudur? Yoksa herkesin yalancı olduğunu iddia ettiği bu çocuk yine hikaye mi uydurmuştur? O zaman niçin öldürülmüştür? Poirot ve Mrs Oliver köyde cinayeti araştırmaya başlarlar. hem kızın ölümünü aydınlatmaya, hem de kızın tanık olduğunu iddia ettiği geçmişteki olayın ne olabileceğini bulmaya çalışırlar.

Bu kitap bana oldukça şaşırtıcı geldi, çünkü daha önce Agatha teyzenin çocuk kurban seçtiğini görmemiştim, çocukları çekinmeden öldürmesi beklenmedik oldu. Finali de çok sürprizli olmamasına rağmen,  romanın son kısımda epey heyecanlandım, son sayfaları yutarcasına okudum. Bu sayfalarda Agatha teyzenin kurgu becerisi kendini göstermişti.

Ortalama bir Agatha Christie romanı. Kitabın güncel baskısı mevcut:







25 Eylül 2011 Pazar

Filler de Hatırlar (Elephants Can Remeber)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Ünlü cinayet romanları yazarı Ariadne Oliver, bir yazarlar konferansına katılır. Konferansın sonunda sevimsiz Mrs Burton-Cox yazarımızı yakalayıp vaftiz kızı Celia Ravenscroft hakkında yersiz sorular sorar. Celia'nın annesi ve babası uzun yıllar evvel bir uçurumun dibinde ölü bulunmuşlar ve ölümlerinin gerçek mahiyeti asla anlaşılamamıştır. Acaba adam karısını mı vurup intihar etmişti yoksa kadın mı kocasını öldürüp sonra kendini vurmuştu? Ariadne Oliver, vaftiz kızı Celia'nın gelecekteki mutluluğu için geçmişteki olayı incelemeye başlar. Tabii eski dostu, yaşlı dedektif Hercule Poirot'dan yardım istemeyi ihmal etmez.

Filler de Hatırlar, sondan bir önceki Poirot macerası. Kitapta daha önceki başka maceralara da atıfta bulunulmuş, Poirot eski hikayelerinden bahsettikçe hangisi olduğunu anlayıp seviniyorsunuz. Dedektifimiz artık oldukça ihtiyar ve kitabın büyük kısmında araştırmayı, koşuşturmayı, sorgulamayı Ariadne Oliver yapıyor. Poirot ise ilginç noktaları keşfedip gri hücrelerini çalıştırıyor. Yani buna daha çok bir Ariadne Oliver polisiyesi diyebiliriz. Kitabın ortalarında neler olabileceğini sezinlemeye başlıyorsunuz zaten. Sonunda gerçekleri bulanın Ariadne olmamasına şaşırdım doğrusu.

Kitabı ben sahaflardan buldum. Güncel baskısı da mevcut:




18 Eylül 2011 Pazar

Briç Masasında Cinayet (Cards On The Table)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Oldukça meraklı ve heyecanlı bir cinayet macerası. Londra'nın en zengin adamlarından egzantrik Mr Shaitana (ismi Şeytana diye telaffuz ediliyor:) 8 kişiyi yemeğe çağırır. Davetliler arasında Poirot, cinayet romanı yazarı Miss Oliver, Albay Race ve Baş Müfettiş Battle da bulunmaktadır. Yemekten sonra 2 gruba ayrılırlar. Dedektifler başka bir odada briç oynarken, diğer misafirler şömineli odada toplaşırlar ve Shaitana onlara arkasını dönerek şömine başına geçer, koltuğuna oturur. Oyunlar bittiğinde koltukta uyur görünen adamın öldürüldüğü anlaşılır. Yemeğe davet edilenlerden bir katildir ama hangisi? Poirot, dostlarıyla beraber şüphelileri sorgulamaya başlar.

Çok zevkli, sonu kocaman ters köşeli, harika bir Christie polisiyesi. Agatha teyzeyi seviyorsanız Briç Masasında Cinayet'i mutlaka okuyun.




17 Eylül 2011 Cumartesi

Cinayet Alfabesi (The ABC Murders)

Agatha Christie, Altın Kitaplar.

Bir Hercule Poirot polisiyesi. Mon ami Hastings Güney Amerika'dan kalkıp yaşlanmakta olan dostu Poirot'yu ziyarete gelmiştir. Poirot sıkkındır. İsimsiz, daktiloda yazılmış bir mektup almıştır ve mektubu gönderen meçhul kişi ayın 21'inde Andover'da cinayet işleyeceğini ilan edip Poirot'ya meydan okumaktadır. Mektup ABC diye imzalanmıştır. Poirot'nun korktuğu başına gelir, Andover'da Bayan Asher öldürülür. Ortada ne bir sebep, ne de makul bir şüpheli görülmektedir. Çok geçmeden Poirot'ya ikinci bir mektup gelecek ve Bexhill'den genç Miss Bernard cinayete kurban gidecektir. Poirot hiç karşılaşmadığı türden cani manyak bir katille başbaşadır ve katilin üçüncü cinayetine de engel olamaz. Churston'dan Mr Clark katilin üçüncü mektubunda bildirdiği gün ve saatte öldürülür...

ABC Cinayetleri okuduğum en sürükleyici Poirot maceralarından biri. Genellikle belirli bir mekanda;  malikanede, gemide, trende, tiyatroda; ne bileyim kütüphanede cinayet işlenir ve Belçikalı dedektifimiz maktülün yakınlarını, komşularını sorgulayarak gri hücrelerini çalıştırıp katili ilan eder. Bu kitapta farklı kasabalarda birbiriyle alakasız görülen insanlar öldürülürken Poirot bir sonraki cinayeti engellemeye çalışıyor. Sonunda yine şaşırtıcı biçimde katili ortaya çıkartan tabii Poirot oluyor. Romanın kurgusu akıcı ve cinayetin çözümü müthiş. Agatha teyzeden tam bir ters köşe geliyor bu kitapta. Çok beğendim.

Ben kitabımı sahaflardan almıştım, siz Altın Kitaplar'ın güncel baskısını bulabilirsiniz.



4 Eylül 2011 Pazar

Kar Melekleri (Snow Angels)

James Thompson - Ephesus Yayınları

Bir Dedektif Vaara polisiyesi. Noel yaklaşmaktadır ve Finlandiya'da kaamos dönemidir, yani günışığının görünmediği, ısının -40'larda dolandığı karanlık mevsim. Depresif Finliler bitmek bilmeyen karanlıktan bunalıp kendilerini alkole vururken, küçük kasabasında güvenliği sağlamaktan sorumlu Dedektif Vaara iğrenç bir cinayet vakası ile karşılaşır. Gencecik ve olağanüstü güzellikte bir Afrika göçmeni olan aktris Sufia korkunç şekilde öldürülmüştür. Noel zamanı olduğundan ekibin çoğu izinlidir ve Dedektifin acilen vakayı çözmesi gerekmektedir.

Kar Melekleri öncelikle Finlandiya'da geçtiği için ilgimi çekti, okuduğum polisiyelerin çoğu Amerikan tarzı olduğundan, farklı bir coğrafyada, değişik kültürde insanlar arasında geçen bir macera okumak zevkliydi. Cinayetin ve takib eden otopsinin anlatıldığı sayfalar oldukça açık ve kanlı yazılmıştı; bu konularda hassas olanların dikkat etmesinde fayda var. Bunların dışında olağanüstü bir tarafı yok kitabın, yani ne cinayetin sebebi, ne vakanın çözülüşünde insanı fazlasıyla meraklandıran, heyecanlandıran bir unsur göremedim. Ama sıkıcı bir yanı da yoktu, bir oturuşta bitirdim. Orta karar bir polisiye diyebiliriz sanırım.

Dedektif Vaara karakterini ve olayların Finlandiya'da geçmesini sevdiğim için, yayınevi bu kahramanın diğer macerasını (Lucifer's Tears) yayınlarsa alırım ve okurum.


3 Eylül 2011 Cumartesi

Aklından Bir Sayı Tut (Think of a Number)

John Verdon, Koridor Yayınları


Bir Dave Gurney polisiyesi.

Aklından Bir Sayı Tut, bir süredir çok satanlardan inmeyen, bir anda popüler olan bir roman. Son derece ilgi çekici konusuyla merak uyandırıp kendini aldıran bir kitap aynı zamanda. Kitabı okuyup bitirdiğimde ise CNBC-e kanalında bir polisiye izlemişim hissi kaldı bende. Yani kötü değildi, ama bunca zaman çok satan listesinde duracak kadar şahane bir kitap olduğunu da söylemem.

Kahramanımız oldukça zeki, emekli cinayet dedektifi Dave Gurney, çözdüğü vakalarla adeta bir efsane olmuş teşkilatta. Şimdi emekli olup karısının hayalindeki taşra evinde sakin bir hayat sürmeye çalışsa da işinden bir türlü kopamıyor. 25 yıldır görüşmediği eski bir okul arkadaşı Dave'i görmeye gelince adamcağız ister istemez kendini yeni bir cinayet vakasının içinde buluyor.

Dave'den yardım isteyen arkadaşı tuhaf bir mektup almıştır, el yazısı ile yazılmış mektupta arkadaşından aklından bir sayı tutması istenmiş ve mektubu gönderen bu sayıyı tahmin etmiştir, hem de doğru olarak. Peki ama kim bir adamın aklından tutacağı sayıyı tahmin edebilir ki? Arkadaşı merak ve endişeden kıvranırken Dave kafasını çalıştırmaya başlar, kısa süre sonra da kendini bir seri cinayet davasında bölge savcısına yardım ederken bulacaktır.

Kitap baştan sonra orta tempoyla devam ediyor, tempo düşmüyor, yükselmiyor. Okurken hiç sıkılmadım ama heyecandan kendimden de geçmedim. Belki kahramanımızın orta yaşlı olmasıyla ilgilidir bu durum:) Kitapta benim en sevdiğim karakter ise Dave'in olağanüstü zeki karısı Madeleine oldu. Ben editör olsam yazarı ikna edip bu harika kadını biraz daha olayın içine sokar, adeta karı koca bir ekip yaratıp cinayatleri tümden bunlara çözdürürdüm.

Kitapta olaylar gayet düzgün ilerliyor, bir cinayet vakası ve vaka üzerinde çalışan Amerikan polis teşkilatının birkaç gününe tanık oluyoruz, o yüzden Amerikan dizisi izlemiş tadı aldım kitaptan. Ama dediğim gibi çok kötü bir tad değil bu. Finalde herşeyi gayet mantık çerçevesinde çözüp açıklaması ile yazar ayrıca takdirimi kazandı, sağolsun paranormal saçmalıkların yeri yoktu kitapta.

Eli yüzü düzgün, orta karar bir polisiye.





2 Eylül 2011 Cuma

Uyuyan Güzel (Sleeping Beauty)

Ross Macdonald, Bilge Kültür Sanat Yayınları

Uyuyan Güzel, Kenneth Millar'ın Macdonald takma adı altında yazdığı Lew Archer polisiyelerinden biri. Kitap 1973'de yayınlanmış, Lew Archer'in diğer maceralarının hemen hepsi ise 1950'ler ve 60'larda yazılmış. Ama kitapta hiçbir şekilde eskimişlik, demodelik, bayatlık yok. Hatta öykü içinde bazı tarihlerden bahsedilmese kitabın günümüzde geçmediğini bile anlamayabiliriz. O denli modern ve sağlam bir dili var eserin.

Lew Archer enteresan bir adam, bu tarz maço dedektiflerde görmeye alışık olmadığımız duyarlı tarafları var; boş tarlalar arasında güneş altında yürümekten zevk alan,  etrafta uçuşan kuşların sesinden hoşlanan, okyanusa sızan ve deniz kuşlarını öldüren petrolden rahatsızlık duyan bir dedektif Archer..

Archer'ın macerası da böyle çevreci bir duyarlıkla başlıyor zaten. Los Angeles kıyılarında bir petrol platformunun denize petrol sızdırdığını gören Archer sahile gittiğinde dengesiz bir kadınla karşılaşır.  Laurel, petrol kuyusunun sahibi olan zengin ve nüfuzlu Lennox ailesinin kızıdır. Lew Archer yardımcı olmak için kadını kendi evine götürür, kadın kocasını arar ama kocası onu almaya gelmez. Laurel, banyodan Archer'ın uyku haplarını çalarak sırra kadem basar. Kendini sorumlu hisseden duyarlı dedektifimiz esrarlı Laurel'in peşine düşer. Laurel'e sırılsıklam aşık görünen kocasını ve kadına fazlasıyla düşkün zengin ailesini sorgulamaya başlar. Olay birden çetrefillenir.

Lew Archer, Laurel'i bulmak için şehirde dolanırken biz de onunla geziyoruz. Birkaç cümleyle tarif edilen tüm karakterler kafamızda capcanlı beliriyor. Başta bir aile etrafında gelişen olaylar, finale doğru şahane bir şekilde karışıyor ama gelişmeler gayet mantıklı ve sonunda uçlar birbirine mükemmelen  bağlanıp biz herşeyi anlayana kadar suçlu ortaya çıkmıyor.

Sade, klasik, maskülen bir polisiye. Öyle Hercule Poirot gibi oturduğu yerde düşünerek değil; habire ipucu peşinde koşturup insanları sorgulayan, gayet hareketli, oldukça da insancıl bir dedektif Lew Archer. Yayınevi Archer'ın başka maceralarını da yayınlamış. Hepsini alıp okuyacağım. Polisiyeseverler kaçırmasın.

Bilge Kültür Sanat'ın yayınladığı diğer Lew Archer polisiyeleri:

Kara Para
Canlı Hedef
Ölümcül Sır


Is This The Real Life : The Untold Story Of Queen

Mark Blake, Aurum

Efsanevi rock grubu Queen, bu sene 40. yılını kutluyor. Ne yazık ki son 20 yıldır grubun yarısı eksik, Freddie öldü ve John kendini emekliye ayırdı. Geriye kalanlar Brian ve Roger, 40 yıl önce Smile grubundan koparak Queen'in temelini oluşturan ikili olsalar da, Queen ile ilgili herşey hala Freddie'nin etrafında dönüyor.

Bu kitap grubun tamamı üzerinde yoğunlaşıp müziksever 4 gencin nasıl olup da dünyanın en büyük rock grubu haline geldiğini anlatıyor. İlk 100 sayfa Brian, Roger, Fred ve John'un çocukluk ve gençliklerinde kurdukları, katıldıkları ve ayrıldıkları tüm gençlik gruplarından bahsediyor. Oldukça detaylı bilgiler verilmiş, o kurulup dağılan acemi gruplardan elemanlar ile konuşulmuş. Kim kiminle hangi barda, hangi okul partisinde hangi şarkıyı çaldı iyice araştırılmış.

Kitabın ilerleyen kısımları benim için çok daha akıcıydı; grup kurulduktan sonra gençlerin çaresizce kayıt yapma çabaları, ilk albümlerin ortaya çıkış süreçleri, kariyerlerinin ilerleyişi ve en başından itibaren rock yıldızı gibi yaşayan Freddie'nin dehşet partileri hakkında yazarın araştırmalarını okumak zevkliydi. Yazar kitabı Freddie'nin ölümü ile bitirmeyip, Wembley'deki anma konserini, Made In Heaven zamanlarını da anlatıp geçen senelerdeki Queen + Paul Rodgers birlikteliğine kadar incelemiş.

Bu kitapta anlatılanların hemen hepsini başka yerlerde okuduk, belgesellerde izledik. Freddie'nin Zanzibar'daki çocukluğu ve Hindistan'daki yatılı okul yıllarını yıllar önce Rudi Dolezar'ın (bu kitapla aynı adı taşıyan) The Untold Story isimli belgeselde öğrenmiştik. Yazar işte tüm bunları, röportaj alıntılarını, araştırma bilgilerini bir araya toplayıp derli toplu bir biyografi ortaya çıkartmış ama açıkçası ben biraz ruhsuz buldum kitabı. Okurken sürekli "ben bunu başka bir yerde izlemiştim/okumuştum" demekten kendimi alamadım.

Mick Rock'ın Classic Queen kitabı bence eksik olan o ruha sahip olan, daha tercih edilesi bir Queen kitabı.


7 Ağustos 2011 Pazar

Uçabilen Kız (The Girl Who Could Fly)

Küçük Piper McCloud, basit bir çiftçi ailesinin, 25 sene evlilikten sonra doğmuş kızlarıdır. Dışarıdan oldukça normal görünen düşük çeneli Piper'ın akıllara ziyan özel bir yeteneği vardır : Piper bir kuş gibi uçabilmektedir! Yaşadıkları kasabada düzenlenen panayırda, Piper'ın yeteneği başlarına iş açınca, ailesi Piper'ın kendi gibi özel çocukların eğitildiği bir tesise gitmesine razı olur. Piper'ı tesise getiren Dr Hellion, her biri tuhaf bir özelliğe sahip bir avuç çocuğa ve birbirinden rastlanmamış gerçeküstü yaratığa ev sahipliği yapan bu tesisin yöneticisidir. Piper daha ilk günden sınıf arkadaşı Conrad ile dalaşınca okuldan kovulma tehlikesi ile yüzyüze gelir.

Uçabilen Kız, hepimizin farklılıklarımızla güzel ve mutlu olabileceğimizi anlatan bir çocuk romanı. Hafif ve eğlenceli; abartısız bir üslubu var. Piper uçuyor işte, ve uçmayı da seviyor, o halde bu yeteneği ile beraber yaşamalı, hepimiz birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmeliyiz gibilerden mesajları var kitabın. Finalde ise sanki devam kitabı gelecekmiş hissine kapıldım.

Benim için fazlasıyla çocuksu bir roman idi Uçabilen Kız. Belki uçmak en büyük hayalim olduğundan, kitapla ilgili beklentim vardı, ne yazık ki kitabın hedef yaş kitlesini yanlış tahmin ettiğimden beklentilerim karşılıksız kaldı. Gençlik kategorisine bile girmez, 0-5 yaş gubuna uygun, bol şekerli ve iyimser bir roman. Bence olmasa da olur.


6 Ağustos 2011 Cumartesi

Pemberley'den Mektuplar (Letters From Pemberley)

Jane Dawkins, Bilge Kültür Sanat

Jane Austen'in zeki ve nüktedan Aşk ve Gurur'u (Pride & Prejudice); tarih boyunca en çok sevilen romanların başında olagelmiştir. Bu klasik roman, sevdiğimiz karakterler adına tatmin edici şekilde bitse de, tadı her daim biz okurların damağında kalmış; yıllar boyu çeşitli devam romanı denemeleri yapılmış. Pemberley'den Mektuplar; işte bu devam denemelerinden biri, bence başarılı olanlardan.

Kitabın yazarı Austen hayranı, didik didik etmiş yazarın eserlerini. En çok Elizabeth Bennet'in; Darcy ile ilk evlilik yılını merak etmiş. Lizzy alışkın olmadığı kadar büyük ve kalabalık Pemberley'de o ilk ayları acaba nasıl geçirmişti? Muhakkak ki, biricik ablası Jane'e mektuplar yazarak içini dökmüş; olan biteni anlatmıştır diyerek bu küçük kitabı ortaya çıkartmış.

Kitap, Lizzy'nin Jane'e yazdığı mektuplardan oluşuyor. Lizzy'nin Darcy'nin çevresine girip yeni yeni kişilerle tanışmasına, Georgiana ile dost olmasına şahit oluyoruz. Tanışılan yeni kişileri, isimleri farklı olsa da diğer Austen romanlarından şıp diye tanıyacaksınız. Böyle bir oyun da yapmış Jane Dawkins, kimin hangi karakter olduğunu tahmin ederek eğlenebilirsiniz.

Pemberley'den Mektuplar, incecik, küçük bir kitap. Bir çırpıda okunuyor, öyle heyecanla değil, sakin sakin, tatlı bir okuma keyfi ile hemen bitirilebilecek bir küçük roman.

Aşk ve Gurur severlere tavsiye olunur.


23 Temmuz 2011 Cumartesi

Kara Gemi'den Dehşet Hikayeleri (Tales Of Terror From The Black Ship)

Chris Priestley, Tudem Yayınları

Dehşet Hikayeleri serisinin ikinci kitabını hemen alıp okudum. Kara Gemi'den Dehşet Hikayeleri, iki küçük kardeşin; sarp bir yamaçta, gemicilerin uğrak yeri olan bir handa yaşayan Ethan ve Cathy'nin öyküsü. Çocuklar çok fırtınalı bir gecede hastalanınca babaları doktor çağırmak için kasabaya iner. Handa tek başlarına babalarını beklerken uğursuz fırtınanın içinden tuhaf bir denizci çıkagelir, Thackeray. Fırtına dininceye dek handa kalmak isteyen genç denizci, çocuklara uzak denizlerde geçen birbirinden korkutucu gemici öyküleri anlatır peşisıra. Neler yoktur ki bu öykülerde, korsanlar, uzak diyarlardan gelen görülmemiş canavarlar, gemileri lanetleyip batıran hortlaklar.. Peki Thackeray kimin nesidir? Bu maceralarda onun yeri nedir? Çocukların babası neden bir türlü hana dönmek bilmez?

Montague Amca'nın Dehşet Hikayeleri'nden sonra kaçırmamak gereken küçük, mücevher gibi bir kitap. Yine bakması zevkli çizimlerle bezeli. Bu sefer maceraların tamamı denizde geçiyor, uğursuz ve de talihsiz kahramanlarımız gemiciler ve tayfalardan, korkunç korsan kaptanlardan oluşuyor. Dalgalı denizlerde birbirinden korkutucu, inanılmaz maceraların peşinde yelken basıyoruz adeta. 

Tudem'den serinin üçüncüsünü de bekliyorum, haydi, lütfen!


Yıldız Tozu (Stardust)

Neil Gaiman, İthaki Yayınları

İngiltere'nin cinli perili kırlarında, bir granit çıkıntı üzerine kurulmuş Duvar köyünde yaşayan genç Tristran, gönlünü köyün en güzel kızı Victoria'ya kaptırır. Victoria, Tristran ile dalga geçer, delikanlının yüzüne güler, o esnada gökte kayan bir yıldız görürler. Victoria Tristran'a o yıldızı getirdiği takdirde ona bir öpücük vereceğini vaad eder, ama o az önce düşmüş olan yıldızı istemektedir, bir başkasını değil. Boylece Tristran köyünün güvenli sınır duvarından çıkıp Perili Ülke'ye geçer. Kayan yıldızı bulacaktır ama bilmediği yıldızın peşinde başkalarının da olduğudur, büyücü kraliçeler yani Limlimler de kayan yıldızı yakalamak istemektedirler. Gökyüzünden kayıp Perili Ülke'ye düşen yıldızcık ise aslında güpgüzel bir genç kızdır ve bacağını kırdığı için düştüğü yerde umutsuzca olacakları beklemektedir.

Yıldız Tozu, Neil Gaiman'ın Mezarlık Kitabı'ndan sonra okuduğum ikinci romanı  ve bunu çok daha fazla sevdim. Tam bir fantastik masal, ama yüzde yüz yetişkinler için yazılmış. Yıldızın peşindeki insanların gerçek üstü maceraları hızla akıp gidiyor, sonunda herkesin öyküsü başarılı bir kurgu ile mükemmel şekilde bağlanıyor. Fantazya ve masal seven büyüklerin kaçırmaması gereken bir roman. Birkaç sene önce çekilmiş bir filmi de var.


4 Temmuz 2011 Pazartesi

On Bir (Eleven)

Mark Watson, Domingo

Bir an. On bir hayat. Sonsuz sonuç.

Avustralyalı Chris, bir takım olayların ardından vatanını terkedip İngiltere'ye gelir, adını Xavier Ireland olarak değiştirir, bu ismin başharfleri XI romen rakamlarında 11 demektir, Chris için önemli bir sayı. Yerel bir radyoda çalışmaya başlayan Xavier, Londra'da tanınmış bir programcı olur. Gelgelelim, vatanını terk etmesine sebep olan olay, onun hayata karşı tutumunu değiştirmiş, çevresinde olan biten hiç bir işe karışmayan bir adam haline gelmesini sağlamıştır.

O akşam Xavier, hepimizin karşılacabileceği bir sahne ile karşılaşır ve belki de çoğumuzun göstereceği tepkiyi gösterip kaçmayı/görmezden gelmeyi tercih eder. Onun bu davranışı, kendi hiç mi hiç farkında olmasa da, pek çok insanın yaşamını değiştirecektir. Tam 11 kişinin. Xavier'in tek bir davranışı, bambaşka hayatlar üzerinde asla tahmin edemeyeceği sonuçlar doğuracaktır.

Kitabın arkasında "kahkahalarla güleceksiniz" filan gibilerden tanıtım yazıları mevcut, hatta yayınevi şaka yollu kitabın gölgede tüketilmesi gerektiğini söylemiş. Bence yanlış bir tanıtım ve okuyucularda da hatalı bir beklenti doğuruyor. Tabii ki ben kitabı Kediler ve Kitaplar'da Çavlan'ın güzelim yazısı sayesinde keşfettiğim için ne bekleyeceğimi biliyordum. Siz de güldürü beklentisi ile okumayın bu küçük kitabı. Bence kitabın hikayesi oldukça gerçekçi, neredeyse dramatik ve çok yaratıcı idi. Birbiri ile ilintili hayatlar konusu gayet klişe olabilecekken, aksine oldukça zekice ele alınmıştı. Kitap son derece akıcı olmasının yanı sıra, merak duygusu inanılmaz derecede kuvetli idi, ne olacak diye elimden bırakamadan okuyup bitirdim. Finalde naneli dondurma yemişçesine bir tat kaldı ağzımda. Hafiften de gülümsedim:)


Çoluk Çocuk'tan sonra On Bir, Domingo yayınlarından okuduğum ikinci sıradışı ve güzel kitap oldu. Bu yayınevini dikkatle takip etmek gerekli.


2 Temmuz 2011 Cumartesi

Montague Amca'nın Dehşet Hikayeleri (Uncle Montague's Tales Of Terror)

Chris Priestley, Tudem Yayınları

Edgar, tekinsiz bir ormanın berisinde, dedelerden kalma döküntü malikanesinde yaşayan Montague amcasını ziyarete gitmeye bayılır. Çünkü amcasının hikayelerini dinlemeye bayılır. Montague amcanın evi birbirinden tuhaf eşyalarla doludur. Şöminenin önünde, uğursuz gölgelerle çevrilmiş otururlarken, Montague amca Edgar'a bu meşum nesnelerin hikayelerini anlatır. Duyduğu her öyküden sonra biraz daha rahatsız olan Edgar, en nihayetinde Montague amcanın kendi öyküsünü de dinlemek zorunda kalacaktır.

Küçük ve sahip olmaktan mutluluk duyacağınız güzellikte bir kitap bu. Kapağı ve şömiz cildiyle bana ufakken okuduğum çocuk klasiklerini anımsattı. Kitabı okumak da aynı derecede zevkli oldu. Öyküler çok zekice yazılmış İngiliz usülü hortlak ve korku hikayeleri.  Öyküleri süsleyen çizimler ayrı güzellikte. Dili zaten sade olan kitabın çevirisi de çok akıcı olmuş. Bu kitabı Biblio sayesinde keşfettiğim için buradan ona tekrar teşekkürlerimi gönderiyorum:) Unutmadan, bu dehşetengiz hikayelerden birinin Türkiye'de geçmesi de ayrı bir sürpriz oldu.

Kitap, Dehşet Hikayeleri serisinin ilk cildi. İkinci kitabı da Tudem Yayınları çıkartmış : Kara Gemi'den Dehşet Hikayeleri. Onu da almadığıma pişmanım dostlar, ilk fırsatta okunacaklar listemde.Serinin üçüncüsü, Tünelin Ağzından Dehşet Hikayeleri, henüz ülkemizde yayınlanmadı.

Çok severek tavsiye olunur:)


8 Haziran 2011 Çarşamba

Firmin, Hümanist Entel Serseri (Firmin)

Sam Savage, Özgür Yayınları

Nedense elime yapışıp kaldı Firmin. Halbuki incecik bir kitap. Firmin 13. kardeşin sonuncusu ve en miniği olarak bir kitapçının bodrumunda dünyaya gelir. En küçük olduğundan annesinden yeterli süt ememez, açlıktan kitapları kemirmeye başlar. Yavaş yavaş okumayı öğrenir ve kitapçıdaki bütün kitapları okumaya başlar. Ne de olsa tadı güzelse okuması da güzeldir! Fakat zamanla insanlarla iletişim kurmak için dayanılmaz bir istek duymaya başlar. İşte bu istek başına belalar ve yeni serüvenler getirecektir. Zorlukların yanısıra beklenmedik bir dostluk da bulur Firmin.

Kitapsever bir farenin hüzünlü otobiyografisini okumak isteyenler için. Bütün sayfalar boyunca pek çok edebiyat referansı olduğunu da belirteyim.


6 Haziran 2011 Pazartesi

Bab-ı Esrar

Ahmet Ümit, Doğan Kitap

Karen, Türk bir baba ile İngiliz annenin kızıdır. Hippi annesi 40 sene evvel Katmandu'dan evine dönerken Konya'ya uğramış, mevlevi tekkesinde derviş olan babası ile tanışarak aşk yaşamaya başlamış. Babası dergahı terkedip annesiyle Londra'a taşınmış ama Karen 12 yaşındayken ailesini terk ederek bir mürşidin peşinden aşk yoluna düşmüş.

Karen sigorta şirketinde eksperdir. Babasının onları terk edişini anlamamış ve affedememiştir. Bir dava için Konya'ya gelmesi gerekince bir kere daha geçmişi ve babası ile yüzleşme şansı olur. Konya'daki otel yangınını incelerken tuhaf deneyimler yaşamaya başlar. 700 yıl önce yaşamış Şems-i Tebrizi , Karen'a görünmekte, hatta Karen onun suretine büünerek geçmiş dönerek yüzlerce yıl önce Konya'da yaşananlara şahit olmaktadır. Peki bütün bu olanların amacı nedir?

Bab-ı Esrar bir polisiye değil. Bir gerilim romanı da değil. Mevlana ve Şems'i, Mevlevi felsefesini anlatmaya çalışan duygusal bir roman. Bunun için de yarı Türk yarı İngiliz bir kadının Şems'in içine girerek onun gözünden olaylara şahit olması yöntemi biraz zorlama ve çok paldır küldür geldi. Keşke doğrudan Mevlana'yı anlatan bir roman olsaymış, ya da günümüzle paralel kurgu giden cinayetli, heyecanlı bir çalışma olsaymış. Bu kitabı, belki bir kadının ağzından yazıldığı için heyecansız ve biraz bayık buldum. Açıkçası kitapta merak duygusu eksik. Sayfaları çevirtecek heyecan ve merak duygusu olmayınca da sıkıcı olmuş kitap haliyle. Ahmet Ümit'ten Kavim veya Beyoğlu Rapsodisi tadında bir çalışma okumak isteyenler Bab-ı Esrar'dan uzak durmalı .


4 Haziran 2011 Cumartesi

Yakala Chet! Bir Köpek Polisiyesi (Dog On It)

Spencer McQuinn, Epsilon Yayınevi

Bir Bernie & Chet polisiyesi. Bernie karısından boşanmış, oğlunu deli gibi özleyen, eski filmleri ve külüstür Porsche arabaları seven dağınık bir özel dedektiftir. Bir gün kaybolan kızının bulunmasını isteyen Bayan Chambliss Bernie'yi bu işi çözmesi için tutar. Kız ertesi gün kendiliğinden çıkıp gelince Bernie işin bittiğini zanneder ama hafta bitmeden genç kız bir daha ortadan kaybolacaktır. Bernie ortağıyla birlikte bu vakayı çözmeyi aklına koyar. Ortağı kim mi? Chet! K9 diplomasını son anda kaçıran (tam sınavın ortasında o kedi de nereden çıkmıştı sanki?) Bernie'yi canı gibi seven, bir kulağı siyah bir kulağı beyaz, duygulu, akıllı ve çokca yaramaz polis köpeği Chet, Bernie'nin dedektiflik bürosu ortağı ve en iyi dostudur. Olağanüstü koku alma yeteneği ve müthiş sıçrama kabiliyeti ile Chet kötü adamlara aman vermeyecektir. Ama arada sırada işi unutup çalılara izini bırakmak, tavşan kovalamak, izinsiz elalemin havuzlarına dalmak gibi yaramazlıklar yapmaktan da geri kalmaz tabii.

Çok tatlı bir kitap Yakala Chet! . Kitabın özelliği şu, olayları bize Chet anlatıyor, macerayı köpeğin bakış açısından okuyoruz. Akıllı ve duygulu bir köpeğin insanlar hakkında düşünceleri, yaşama bakış açısı ve iz peşinde koşarken birden ona gayet normal gelen yaramazlıklar peşine düşmesi nefis bir şekilde anlatılıyor. Bu esprili ve cesur köpeği çok ama çok sevdim. Şahane bir karakter doğrusu.

Chet ve Bernie kötü adamların peşinden Amerikan çöllerinde hareketli bir macera yaşıyorlar. Chet arabada gitmeyi çok seviyor; biftek yemeği, çiğneme çubuklarını, çocukların kahkahalarını, ama en çok Bernie'yi. İnsanlar konuşurken bazı şeyleri anlamıyor Chet;  mesela sayıları, boşanma, velayet gibi kelimeleri... Ama kokular ona çok şey ifade ediyor, kokuları takip ederek herkesi bulabilir Chet. Bilmediği tek şey, kediler nasıl olup da kuşları yakalayabiliyorlar ki? Chet hiç yakalayamamışken hem de:)

Pek zevkli bir macera, çok severek tavsiye olunur.