21 Mart 2011 Pazartesi

Çoluk Çocuk (Just Kids)

Patti Smith, Domingo

Patti Smith 1946 yılında doğmuş, 1967 yılında New York'a gelmiş, hayatının aşkı Robert Mapplethorpe ile tanışmış, birlikte yaşamaya başlamışlar, tek amaçları sanat yapmakmış. Sonunda Patti büyük bir şair ve şarkıcı olmuş, Robert ise sanatsal erotik fotoğraflarıyla olay yaratmış. Yaşamları ayrı yönlere gitse de, sevgileri ve dostlukları hiç tükenmemiş.

Çoluk Çocuk, Patti Smith'in hatıralar yokuşunda geriye giderek, Robert ile New York'da geçirdiği bohem yılları anlattığı bir kitap, Robert'a yakılmış bir ağıt aslında. Okurken her satırda Patti'nin Robert'a hissettiği sevgiyi, onun güzelliğine nasıl hayran olduğunu duyumsuyorsunuz  Robert eşcinsel olduğunu anladığında bile bitmeyen, eksilmeyen bir sevgi var aralarında. Bir de o yılların sanatçıları resmi geçit yapıyor adeta kitapta, yanınızdan Jimi Hendrix geçiyor, arka masada Janis Joplin yemek yiyor, Sam Shepard size bir sandviç ısmarlıyor... O bohem yaşama da tanıklık ediyoruz kitabı okurken.

Çiçek çocuklar döneminde yaşanan büyük bir aşkın, dostluğun romanı.  


16 Mart 2011 Çarşamba

Uçan Şato (Castle in the Air)

Diana Wynne Jones, İthaki Yayınları

Yürüyen Şato'nun devamı olarak lanse edilen  Uçak Şato, aslında bambaşka karakterlerle çok daha farklı bir hikaye anlatıyor. Büyülü Ingary memeleketinin Zanzib eyaletinde halı satan genç Abdullah'ın uçan bir halı satın alması ile maceralar başlıyor. Uçan halı gece vakti Abdullah'ı hayallerinin bahçesine götürünce Abdullah da  rüyalarının prensesi Gece Çiçeği ile karşılaşıyor. Fakat kötü bir cin gözlerinin önünde Gece Çiçeği'ni kaçırınca Abdullah halısıyla beraber oldukça şenlikli bir seyahate çıkıyor ve hikayenin finalinde ilk maceradan tanıdığımız büyücü Howl ve karısı Sophie de maceraya dahil oluyorlar.

Fantastikten çok masalsı bulduğum, Binbir Gece Masalları'ndan oldukça esinlenmiş, hafif, eğlencelik bir roman. Sanki bir çizgi filmi okuyormuş gibi hissettim

Umarım İthaki şato serisinin üçüncü cildini de yayınlar.


15 Mart 2011 Salı

Bin Muhteşem Güneş (A Thousand Splendid Suns)

Khaled Hosseini, Everest Yayınları

Çeviri : Püren Özgören



Uçurtma Avcısı'nın yazarından gelen ikinci kitap kesinlikle ilkini katbekat aşmış. Gerçekliği, samimiyeti iç acıtan bir roman bu, ama kahramanlarımızın başına gelenlere isyan edemiyorsunuz. Maalesef bu anlatılanların ve çok daha büyük acıların Afganistan'da gerçekten yaşanmış olduğunu biliyoruz.


Nasıl ki Uçurtma Avcısı savaşın ve yıkımın altındaki bir ülkede çocuk olmayı anlatıyorsa, Bin Muhteşem Güneş de, o ülkede kadın olmanın ne demek olduğunu gözler önüne seriyor. Meryem hali vakti yerinde 3 karılı bir adamın gayrimeşru kızıdır. Babası Meryem'den kurtulmak için kızı 15 yaşında Kabil şehrinde yaşayan orta yaşlı bir adama verir, Meryem hayatının kalanını onu burkasız sokağa çıkarmayan, çocuğu olmadığı için işkence eden bu adamın hiddeti altında geçirecektir.


Meryem ve kocası Raşit'in sokağında, okumuş yazmış takımından bir aile yaşamaktadır. İki oğulları dağa çıkmış, Ruslara karşı savaşmaktadır. Küçük kız Leyla ise yatağından çıkmayan annesinin yerini doldurmaya çalışır, karşı komşunun oğlu Tarik'a sevdalanır. Ama savaş, Kabil'in üzerinde vızır vızır uçan roketler hepsinin hayatını sonsuza dek değiştirecektir. Ve Meryem ile Leyla'nın acımasızca birleşen hayatları eşsiz bir dostluğa yol açacaktır.


Afganistan'ın savaş, kan, yıkım ve ölüm dolu yakın tarihini iki kadının hayatı üzerinden anlatan çok başarılı bir roman, hararetle tavsiye edilir.


Bu kentin ne çatısını aydınlatan ayları sevebilirsin,
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.






13 Mart 2011 Pazar

Kutsal Meclis (Adam)

Ted Dekker, Martı Yayınları

FBI ajanı Daniel Clark, Havva adını taktıkları esrarengiz bir serikatilin peşindedir. Katil genç kızları kaçırıp menenjit virüsü ile zehirleyerek ölmelerine sebep olmaktadır. Daniel ve patalog Lori katilin bir kurbanını canlı bulmayı başarırlar. Kızı hastaneye yetiştirirken hayatlarını değiştirecek bir olay başlarına gelir. Katil yollarına çıkar ve Daniel'i kafasından vurur. Uzun süre tıbben ölü kalan Daniel, Lori'nin çabalarıyla hayata döner. Ancak beyni öldüğünü düşünerek bir takım kimyasallar salgılamış, bunlar Daniel'in sürekli halüsinasyon görmesine; panik atak krizi geçirmesine sebep olmaktadır. Korkunç katil karısını kaçırdığındaysa, Daniel herşeyi göze alacaktır.

Kitap kulübümüzle beraber okuduğumuz ikinci kitap ilkine göre çok daha zevkliydi. Kitabın ilk yarısı CNBC-E'de izlediğimiz Amerikan polisiyelerine benziyordu, sıkmadan kendini okutan akıcı bir anlatımı var. Kitabın ortasından sonra ise olaylar bambaşka bir yöne gitti; polisiye maceranın ötesine geçti. Açıkçası ben kitabın ikinci yarısını hiç sevmedim, finaldeki açıklama da beni hayal kırıklığına uğrattı. Benim için okumasam da olur dediğim bir kitaptı Kutsal Meclis. Bu yazarın başka bir kitabnı da okumam.


6 Mart 2011 Pazar

Dracula

Bram Stoker, Bilge Karınca Yayınları

19. yüzyılın sonları. Genç İngiliz  avukat Jonathan Harker, firmasını temsilen Transilvanya'ya seyahat etmektedir. Burada Kont Dracula adında birinin  Londra'nın çeşitli semtlerinden aldığı mülklerin satış işlemlerini tamamlayacaktır. Jonathan dünyanın en batıl bu topraklarında uğursz bir yolculuktan sonra Dracula şatosuna ulaşır. Şatonun efendisinin tuhaflıklarını farkettikten sonra şatoda esir olduğunu anlar. Kontun ölümüne  sadık çingeneleri ise  şatonun toprağını kutulara doldurmaktadır. Bu kutular gemiyle İngiltere'ye gideceklerdir. Jonathan şatonun şapelindeki tabutları görüp gece de 3 şeytani kadının saldırısına uğradıktan sonra şatodan kaçmak için ölümüne uğraşmaya başlar.

Bu esnada kutularca toprak taşıyan esrarlı gemi Londra'ya ulaşır. Gemideki tüm mürettebat ölmüştür. Jonathan'ın nişanlısı Mina bu civarda oturan en yakın arkadaşı Lucy'i ziyaret etmektedir. Lucy'de uyurgezerlik peyda olur ve bilinmeyen bir hastalıktan sararıp solmaya başlar. Lucy'nin doktoru John Seward, Amsterdam'daki üstadı Abraham Van Helsing'i Londra'ya çağırır. Van Helsing, Seward ile Lucy'nin nişanlısı Arthur Holmwood ve Amerikalı dostları Quincey P. Morris, hep beraber Lucy'i ele geçiren bu esrarengiz hastalıkla mücadele etmeye başlarlar.

Dracula klasik bir roman. Her klasik gibi zaman zaman sıkıcı olabiliyor. Bir karakter konuşmaya başladığında sayfalarca sürebiliyor konuşması. Bol bol Viktorya çağının ahlak anlayışı üzerine dem vurmaları da cabası. Kahramanlarımız uzun süre neyle karşı karşıya olduklarını anlayamıyorlar, bu yüzden olayların heyecanlı noktaya gelmesi uzuyor da uzuyor. Kitabın günümüz zevkine uyması için biraz daha tempolu olması,  azıcık kesilip biçilmesi gerekiyormuş sanki. Tabii 1897 yılında yazılmış ve efsane olmuş bir roman için bunu söylemek terbiyesizlik sayılabilir. Ama ben romanı okurken böyle hissettim. Hele finalde artık sayfalar geçmek bilmedi, bu bölümde biraz daha tempo şarttı. Finalde ise herşey 2 satırda olup bitiverince biraz sinir oldum.

Kitapta olaylar kahramanlarımızın ağzından anlatılıyor. Jonathan Harker'ın günlük yazıları, Mina'nın güncesi, Van Helsing'in notları, Doktor Seward'ın kayıtları üzerinden olayları takip edebiliyoruz.

Kitabın baskısı ise sorunlu. Tercümesi başarılı (Çeviri : Zeynep Akkuş), su gibi akıp gidiyor. Ancak baskıda sayısız yazım ve imla hatası var; dahi anlamına gelen de'nin bitişik yazılması hatası bile var. Baskıya vermeden kimse okumamış mı bu kitabı diye merak ettim doğrusu.

Vampir edebiyatı meraklılarının mutlaka okuması gereken, bu janrın kutsal kitabı olan bir roman. Ama belki yeni ve düzeltilmiş bir baskısını beklemekte fayda var.



1 Mart 2011 Salı

Ölümsüz ve Bekar (Undead and Unwed)

Mary Janice Davidson, Artemis Yayınları

Ölümsüz ve Bekar, bir serinin ilk kitabı. Kahramanımız Betsy, 30 yaşına bastığı gün sekreterlik işinden kovulur ve o akşam da yaramaz kedisi yüzünden araba altında kalarak ölüverir. Sadece birkaç gün sonra morgda ölü olarak yeni hayatına uyanacaktır. Önce bir zombiye dönüştüğünü zannederek kendini -tekrar- öldürmeye çalışır ama hiç birşey Betsy'e zarar vermemektedir. Sonunda bir vampir olduğunu anlar, hem de özel güçleri olan bir vampir, gün ışığında yanmayan, haçtan etkilenmeyen, Tanrı'nın adını rahatça anabilen bir vampirdir o. Çeşitli olaylardan sonra Betsy, kadim kitaplarda müjdelenmiş kutsal vampirler kraliçesi olduğunu öğrenir. Ama bu kızın tek derdi son moda tasarımcı ayakkabılarıdır. Klişelerden kırılan vampir toplumu ise Bela Lugosi kılıklı kaçık bir vampirin eline düşmek üzeredir.

Kitap bir yandan vampir klişeleri ile dalga geçerken beri yandan o klişelerden esinlenmekten kendini alamıyor. Yenidoğanlar olsun, Betsy'nin susuzluğuna hakim olabilmesi olsun akla Alacakaranlık serisini getiriyor. Esas kızın bir zenci bir gay yakın arkadaşı olması ile de kitabın kendi de klişe olmaktan kurtulamıyor maalesef.

Ölümsüz ve Bekar, yazın deniz kenarında okunabilecek bir kitap. Olaylar Betsy'nin ağzından anlatılıyor, ama bence Betsy çok fazla konuşuyor. Bunu yaparken de misal Sophie Kinsella karakterleri kadar komik ve eğlenceli olamıyor maalesef.