31 Aralık 2012 Pazartesi

Pera Günlükleri : Körler Ülkesi

Delal Arya, Can Çocuk

Resimleyen : Sedat Girgin

Pera Günlükleri serisinin 1. kitabı.

Yılın sonuncu kitabı nefis bir sürpriz, keşfedilmiş parlak bir hazine gibi oldu. Çocuk kitabı deyip geçmeyiniz lütfen, gayet zengin bir dille yazılmış, esrarengiz, macera dolu, şahane bir kitap Körler Ülkesi.

İstanbullu Eltanin ailesinin ikiz çocuları Ran ve Lusin, Venedik'de antika bir yatılı okulda kalmaktadırlar. Ran kütüphanede şans eseri Marco Polo'nun günlüğünü bulmuş; buradaki yazıları çözüp okulun yanındaki kulenin dibinde Körler Ülkesi'nin haritasını keşfetmiştir. Ne var ki anneleri Stare  ile babaları Ali'nin Rubülhali Çölünde kayboldukları haberi gelince, okul müdürü çocukları hiç tanımadıkları büyük amcalarının yanına, İstanbul'a yollar. Yolda başlarından esrarlı maceralar geçen ufaklıklar, büyük amcanın sahip olduğu Pera Palas otelinin gizemleri ile karşılaşınca pek heyecanlanırlar.

Bayıldım bu kitaba, öncelikle yazarın biyografisine hayran kaldım zaten. Pippilotta Uzunçorap gibi bir kızmış Delal Arya:



Kitabın anlatımını da  çizimleri de çok beğendim.


İkinci kitabın Pera Palas Oteli ve Agatha Christie ile alakalı olacağını söyleyeyim bir de:)

Tüm maceraperestlere tavsiye olunur.



30 Aralık 2012 Pazar

Tango İstanbul


Esmahan Aykol, Mephisto Kitaplığı


Bir Kati Hirşel polisiyesi.


Kati'nin son macerasının üstünden 5 sene geçmiş. Kahramanımız artık 50 yaşında olgun bir kadın, iyice de İstanbullu olmuş. Artık Türkler öyle yapar, Türkler böyle eder tarzı saptamalarına pek rastlamıyoruz. Bu da romanlar boyunca zamanın geçişine dair güzel bir belirti. İyice Türklerin arasına karışmış Kati'cik.


5 sene sonra Kati, dükkanında çalışan ve benim pek sevmediğim Pelin sayesinde yeni bir cinayet davasına bulaşıyor. Pelin'in arkadaşı, gencecik gazeteci Nil, bir kafede ansızın ağzı burnu köpürüp komaya girer. Nil'in telefonundaki son arama Pelin olunca hem Pelin, hem de Kati olaya karışırlar. Gencecik bir kadının yoğun bakımda can çekişmesi çok dokunur Kati'ye. Ayrıca durduk yerde ne olmuştur Nil'e? Böylece araştırmaları Kati'yi medya dünyasının çapraşık ilişki yumağına yönlendirir. Üstelik Nil'in ailesiyle arasının açılmasına sebep olan romanı da ortalarda yoktur.


Yazılmış olan son Kati macerası bu, inşallah arayı fazla açmadan yeni macerasını okuyabiliriz kahramanımızın. Pek sevdim ben Kati'yi.


"Siz ne iş yapıyorsunuz?"
"Tarihçiyim." Nedense pek şaşırmadım. Kılık kıyafetine bakarak bu sonuca varmak için Sherlock Holmes olmaya gerek yoktu. 
"20. yüzyıl tarihi mi?" Hayır, sanki ilkçağ tarihi çalışsa beline ayı postu saracak. Soruyu sorduğum anda utandım. "Yakın tarih mi yani?" diye durumu kendimce tamir ettim. Ne büyük tamir!

Dudaklarının durumuna bakılırsa alınmamıştı. Siyah beyaz filmlerden fırlamış gibi durduğu için bu soruyu sorduğumu düşünmesi ihtimal dahilinde değili zaten. Birisi "Polisiyelere meraklı olduğunuz belli" dese, beni Miss Marple'a benzettiği aklımın ucundan geçmez.





Şüpheli Bir Ölüm


Esmahan Aykol, Merkez Kitaplar


Üçüncü Kati Hirşel Polisiyesi.


İstiklal Caddesinde her zamanki gibi kazı işleri var, Kati çukura düşmeden, çamura batmadan yürüme yeteneğini geliştirmiş her İstanbullu gibi. Can dostu Fofo da sevgilisinden ayrılmış, Kati'nin yanına geri dönmüş. Bu macerada Kati'nin olaya dikkatini çeken de Fofo zaten.


İnternetteki magazin sitelerinden birinde, Sani Ankaralıgil'in ölü bulunduğu haberi Fofo ve Kati'nin dikkatini çeker. Oldukça zengin Ankaralıgil ailesine gelin gitmiş Sani'nin (aslında Saniye de daha kibar dursun diye Sani deyollar) durup dururken evinde düşüp ölmesi amatör dedektiflerimizin dikkatini çeker. Sani bir çevre vakfı kurmuş ve Ergene Havzasını zehirleyen sanayicilere savaş açmıştır. Acaba sanayiciler mi susturmuştur Sani'yi yoksa daha derin hikayeler mi var? Eh, böyle meraklı olayları bizim Kati ve alem dostu Fofo'dan daha iyi kim çözecek? Bizimkiler arabaya atladıkları gibi Lüleburgaz'a giderler. Aldıkları cevaplar kafaları karıştıran cinstendir. Bir de ortaya nefes kesici yakışıklılıkta yasak aşk çıkıverir.


Bu macerada hem çevre kirliliği konularının altı çiziliyor, hem de her zamanki gibi Kati'nin kendine has araştırmasını keyifle okuyoruz. Tabii Kati'nin hayatındaki gelişmeleri de öğreniyoruz. Bu kitaplarda hoşuma giden detaylardan biri de bu; kahramanımız gerçek, yaşayan bir karakter. Yaşlanıyor, sarkıyor, sevgilisinden ayrılıyor, hayatı hep ilerliyor kısacası.


Bu seriyi keşfetmenizi tavsiye ederim:)


On beş yaşından beri hemen her hafta en az bir kitap okuduğumu varsayarsak, binlerce polisiye okumuştum. Böyle bir ölüm... Uyuşturucu almamış, zehirlenmemiş ama kolunda iğne izi olan, kafasını çarptığı için değil ama... doğal nedenlerden ölmüş bir kadın... hadi, erkek olsun... hatırladığım kadarıyla hiçbir kitapta karşıma çıkmamıştı.



Kelepir Ev


Esmahan Aykol, Merkez Kitaplar


İkinci Kati Hirşel Polisiyesi.


Tünel'deki dükkanında polisiye roman satan İstanbullu Alman Kati'nin başına olmadık dertler açılmıştır. Sevgilisiyle arası açılmış, ev sahibi kirayı arttırmaya karar vermiş, üstüne üstlük gıdısında hafiften bir sarkma baş göstermiştir. Siniri burnunda Kati, ev aramaya çıktığında bir otopark bekçisi ile kavga eder. Adam cinayete kurban gittiğindeyse kendini zanlı konumunda buluverir. Şimdi bütün polisiye birikimini ve merakını konuşturup kendini aklaması, gerçek katili de ortaya çıkartması gerekmektedir.


Kati yine esprili, sempatik ve meraklı. Herkesin işine gücüne ve de hayatını burnunu sokup, en yerinde sorularla (engin polisiye birikimi sağolsun) olayları aydınlatmak için uğraşıyor. İlki gibi zevkli bir İstanbul polisiyesi, hem de amatör dedektif Kati'nin aşk hayatı pek keyifli.


Kati Hirşel, şahane! :)


"Bakkaldan bir paket Türk kahvesi istemek üzere salon penceresine gittim. İstanbul'da mahalle bakkallarıyla camdan seslenerek iletişim kuruluyor. Siparişinizi telefonla da bildirebilirsiniz elbette ama... Camdan seslenmek dururken, ne diye? Bağıra bağıra bakkalın çırağı Hamdi'ye bir paket Türk kahvesi siparişi verdim.

Beş dakika sonra Hamdi ve kahve paketi kapımın önündeydi. Alın size İstanbul'u ve Türkleri sevmek için bir neden daha. O korkunç Berlin'de olsam pazar sabahı kahve alabileceğim açık bir dükkan bulmak için kentin yarısını dolaşmam gerekecekti muhtemelen."




Kitapçı Dükkanı

Esmahan Aykol, Merkez Kitaplar


İlk Kati Hirşel Polisiyesi.


Kati Hirşel, hayatının ilk 7 yılı ile son 13 yılını İstanbul'da geçirmiş, kapı gibi Türk pasaportlu, İstanbullu bir Alman. Tünel'de, sadece polisiye kitaplar satan küçük bir dükkanı var Kati'nin. Bir yaz günü, Almaya'dan gelen film ekibinin yönetmeni otel odasında öldürülünce Kati, okuduğu binlerce polisiye romana güvenerek cinayeti çözmeye hevesleniyor. Zaten filmin başrol oyuncusu Almanya'dan arkadaşı Petra olduğu için bir şekilde olaya karışmış buluyor kendini. Böylece kitaplardan öğrendiği teknikler ile zekâsını kullanarak katili bulmak için çalışmaya başlıyor kahramanımız.


Kati İstanbul'da doğmuş olsa da, burada bir Alman, İstanbul ve Türkler hakkında hem gerçekçi hem de komik gözlemleri kitabı daha da zenginleştiriyor. Tabii en önemlisi, Kati'nin bu şehre duyduğu aşk. Kendini Alman ya da Türk değil, İstanbullu olarak tanıtıyor Kati'cik. tabii sadece İstanbul aşkı yok kitapta, Kati'nin hiç vazgeçmeden kendine münasip bir sevgili arama çalışmalarını da takdirle okuyoruz:)


Kitabın arkasında yazılanlara katılıyorum : Kati Hirşel şahane:)


İngiliz, Türk, Meksika, Alman polisi arasında bizce hiçbir fark yoktur; hepsinden aynı derecede hoşlanmayız.

Fakat otuz saniye önce dükkanın kapısından giren polis üniforması içindeki ilah, annemle aramdaki son görüş birliğine, bizi birbirimize bağlayan bu son bağa ihanet etmeme neden olabilirdi. Gözü dönmüş halimi gizlemeye çalışarak ve polis otosunun dükkanın önünde durmasıyla birlikte vitrinin önünde biten Recai'yi görmezlikten gelerek, "Evet, Memur Bey, bir sorun mu var," dedim, tamamen egosunu sarsmak maksadyla, yoksa adamın en azından komiser olduğuna bire yüz bahse girebilirdim.



29 Aralık 2012 Cumartesi

Peygamber Cinayetleri

Mehmet Murat Somer, İletişim Yayınları

Hop Çiki Yaya serisi geçmiş senelerde basıldığı için sadece birkaç tanesini İdefix'de bulabilmiştim. Serinin ilk kitabı Peygamber Cinayetleri'ni Gitti Gidiyor'da görünce hemen aldım ve okudum. Bu kitap diğerlerinin aksine İletişim'den çıkmış. Meğerse seriyi ilk İletişim basmış, sonrada Everest tekrar yayınlamış. Bir zahmet bir daha bassalar da biz de eksiklerimizi tamamlasak diyorum.

Peygamber Cinayetleri, sanki dizinin en ağır ve oturaklı romanı imiş. Bunu diğerlerinden daha başka bir türlü sevdim. Kitap hunharca öldürülen travestileri ve travestilerin nasıl insandan sayılmayıp cinayet dosyalarının kapatıldığını pek güzel yüzümüze vuruyor. Bu insancıllığı kitabı daha çok sevmeme sebep oldu.

Kültürlü, sevimli, yakışıklı ve uçan tekmeleriyle mahalledeki kapkaççıyı güzelce dövüp herkesin saygısını kazanmış olan delikanlı travesti kahramanımız son günlerde işlenen travesti cinayetlerinde bir tuhaflık farkeder. Kızlarının tamamının erkek isimleri peygamber adlarıdır ve kızlar dinler tarihinde peygamberlerin öldüğü biçimlerde kurgulanmış mizansenlerle katledilmektedirler. Polisin pek önemsemediği bu seri cinayetleri çözmeyi aklına koyan kahramanımız maceranın tam göbeğine dalar.


Gönül adeti olduğu üzere taksi şoförüne sarkmaya başlamıştı. Herkesin bir tür saplantısı var. Tanıdığım kadarıyla Gönül'ün baştan çıkması için adamın direksiyona dokunuyor olması yeterdi. Tipi, yaşı gibi konular sonraki sorulardı.
"Kardeş siz nerelisiniz?" diye başladı.
Sürücümüz Iğdırlıydı.
Iğdır'ı duyunca Gönül hayat iksiri koklar gibi bir iç çekti ki gayri ihtiyari dönüp hayretle baktım.
"Ne güzel sürüyorsunuz arabayı" diye devam etti.
Yüzümün kızarmaya başladığını hissediyordum. Adam dikiz aynasından bizi izlemeye başlamıştı. ne mal olduğumuz ortadaydı, ama nasıl davranacağına karar veremiyor gibiydi.


Bu seriyi benim gibi kaçırmış olanların bir an evvel keşfetmesini tavsiye ederim.



27 Aralık 2012 Perşembe

Jigolo Cinayeti

Mehmet Murat Somer, Everest Yayınları

Bir Hop-Çiki-Yaya polisiyesi.

Yazarımızın bağımlılık yapan serisinden okuduğum ikinci macera Jigolo Cinayeti oldu. Bu kitap 2005'de yayınlanmış. Kahramanımız büyük bir aşk acısıyla depresyona girmiş, can dostu Ponpon bizimkine yardımcı olmak için alıp adamı kulübe götürüyor ve kahramanımız karmakarışık bir cinayet davasına karışıyor böylece.

Bu kitabın ilkinden farkı olayları daha detaylı anlatması ve yazımdaki bariz gelişme. Bundan sonra okuyacağım kitap artık kimbilir ne nefis olacak, pek heyecanlıyım.

Kitapta en sevdiğim detay ise, finalde kahramanımızın katili, tıpkı Hercule Poirot tarzında herkesi bir araya toplayarak ifşa etmesi oldu. Muhteşem bir pastanın üzerindeki kiraz şekerlemesi gibiydi işte final:) Bayıldım vallahi ayol:)


"İpekten!"
"Tamam ayol!" derken küskün küskün alt dudağını sarkıtmıştı bile.  "İki kelime gullüm de edemeyeceksem..."  
Silahlardan birini eline verdim.
"Nasıl kullanılacağını bilir misin?" diye sordum.
"Ayol askerlik yaptık herhalde. Üstelik de hiç ıskalamam. Merak etmem kocacım."
Yerde yatanın dilsiz olduğunu, konuşamadığını söyledim.
İpekten çömelip onu incelemeye başladı. Bir o yana bir bu yana çevirdi.
"Ben bunu dilli düdüğe çeviririm," dedi en şakıyan sesiyle. "Çözerim o dilini... Yerim ayol!"

Ne yapın edin, bulup okuyun bence; eğlence, keyif garanti:)


26 Aralık 2012 Çarşamba

Buse Cinayeti

Mehmet Murat Somer, Everest Yayınları

Bir Hop-Çiki-Yaya polisiyesi.

Buse Cinayeti taa 2003'te yayınlanmış. Bu nefis seriyi ve şahane yazarımızı bu denli geç keşfetmiş olmak benim suçum tabii.

Kitabımız, amatör dedektif, gündüzleri usta hacker, geceleri ise kulüp işletmecisi travesti kahramanımızın maceralarını anlatıyor. Adı kitapta anılmayan kahramanımız pek kültürlü, bakımlı, incecik, gerektiğinde uzakdoğu dövüş tekniğiyle en ayı adamları yere deviren sağlam delikanlı, ama her daim Audrey Hepburn gibi şık, geceleri azgın bir aşk kuşu, kulüpteki öteki "kızların" ablası, özetle şahane bir karakter. Karşılaştığı cinai vakaları kendi bakış açısı ve tabii baştan çıkartıcı yöntemleri ile pek güzel çözüp bizi hayran bırakıyor. Son derece eğlenceli, okuması da +pek keyifli bu serinin.

Bu romanda tutkulu kahramanımız, kulübündeki kızlardan Buse'nin öldürülmesi ile kendini tehlikeli maceraların içinde buluyor. Buse, geçmişte hiç olmayacak biriyle uzun süreli ilişki yaşamış; bu ilişkinin tüm kanıtlarını da bir güzel saklamıştır. Şimdi iyi kötü bir sürü farklı gruplar, bu kanıtların peşindedir. Kahramanımız ise en güzel kıyafetlerini kuşanıp cinayeti çözmeye azmetmiştir.

Bayıldım tek kelime ile!

Aynur, kısa ve yaşlı olana durumu anlatıyordu, ben ise yakışıklı ve çapkın olanla süzüşüyordum. Boy, bos, ağız, burun, bakışlar, eller, yani kısaca fevkaladeydi. Sert bir çenesi, çok şey vaat eden bir burnu vardı. Yazlık kısa kollu ve açık yakalı gömleğinden göğüs kılları gözüküyordu.. Yutkundukça yukarı aşağı hareket eden kocaman bir ademelması vardı. İri elleri temiz ve bakımlıydı. Üniformasız olsa o iş kesindi, ama üniforma sevmem, hele polis üniforması olursa hiç sevmem. Yani, tabii Yunuslar istisna teşkil ediyor, o ayrı mesele. Motosiklet üzerinde, biri önde, diğeri arkadan ona sarılmış. Ay!



25 Aralık 2012 Salı

Kış Cinayeti (The Winter Murder Case)

S.S. Van Dine, Labirent Yayınları

Bir Philo Vance polisiyesi.

Ejder Cinayeti ile tanıştığımız ukala ve duygusuz dedektifimizin okuduğum ikinci macerasını ilkinden çok daha fazla sevdim.  Çünkü bu macerada kahramanımız hiç duygusuz değil; gayet düşünceli ve şefkatli idi. Böylece ilk kitaptaki robotik halinden sıyrılmış, kanlı canlı bir adama dönüşmüştü. Bir de uzun uzun dip not açıklamaları yok bu sefer. O yüzden bu kitabı okuması daha zevkli idi.

Philo Vance, yaşlı dostu ve de mücevher koleksiyoneri Carrington Rexon'un davetini kabul ederek malikaneye gider. Malikanede, Rexon'un oğlu, nişanlısı ve bunların enteresan arkadaşları kalmaktadır. Vance, misafirlerin arasındaki ilişki yumağını çözmeye çalışırken kaçınılmaz olarak cinayet işlenir ve zümrütler çalınır.

Okuması zevkli bir klasik polisiye. Oldukça kısa, 100 sayfadan bile az bir romancık.



Ejder Cinayeti (The Dragon Murder Case)

S.S. Van Dine, Labirent Yayınları

Bir Philo Vance polisiyesi.

S.S. Van Dine, polisiye romanın kuramcısı, bu romanların olmazsa olmaz 20 kuralını yaratan Willard Huntington Wright isimli bir yazarın takma adıymış. Agatha Christie'nin çağdaşı olan yazarımız, bu dönemlerde polisiye, halen eleştirmenlerin küçümsediği bir tür olduğundan, S.S. Van Dine mahlası altında kitaplarını yayınlamış.

Van Dine, aynen Agatha teyzemiz gibi bir dedektif kahraman yaratmış : Philo Vance. Fakat yazar bu kahramana kendi aşırı entelektüel birikimini yüklemiş. Agatha Christie'nin sempatik Poirot'sunun yanında, Philo Vance, duygusuz, taş gibi, buz gibi, ukala pisliğin teki. Latince alıntılar, yüksek bilgi birikimi gerektiren espriler yapıp enteresan atıflarda bulunuyor Philo Vance. Yazar da gayet bilmiş bir tavırla sayfa altında dip notlarda bunları açıklıyor. Bir polisiye romanda, uzun ve detaylı dip not açıklamaları ile karşılaşmak hakikaten şaşırtıcı. Artık bu ukalalığından mı, duygusuzluğundan mı, dedektifimize katiyen en ufak bir sempati beslemiyoruz kitap boyunca. Halbuki bir kitabı sevmek için karakterlerle özdeşleşmek gerekiyor bana göre. Bu yüzden, denize düşen yılana sarılır misali, pek nüktedan adli tabip şefi namzeti, Doktor Doremus'u pek sevdim. Onun bulunduğu sayfalar favorim oldu.

Cinayet olayına gelecek olursak, bu roman yüzde yüz; tam bir klasik polisiye. Kahramanın iticiliği bir yana; Agatha Christie tarzı polisiye okumayı sevip Christie külliyatını devirmiş olanlar; pekala S.S. Van Dine külliyatına başlayabilirler. Labirent Yayınları, yazarın 3 kitabını bastı bile.


24 Aralık 2012 Pazartesi

Mrs. Dalloway

Virginia Woolf, İletişim Yayınları

Bayan Dalloway'in o iç sıkıcı hayatının bir gününü anlatan bu kısa romanı okumak iki haftamı aldı sevgili dostlar. Kitabı taa Ağustos ayında okudum. Ama içimi o kadar daralttı ki, yazısını ancak yazabiliyorum. O da, bu sene okuduğum kitap listem eksik olmasın diye. Ama aslında suç benim, Bodrum'a tatile götürdüm ben bu kitabı. 4 gün şezlongda debelendim, bir o yana bir bu yana döndüm, kitap ilerlemiyor. Bir cümle okuyorum kafam karmakarışık, dönüyorum baştan okuyorum, iki sayfa sonra yine aklım gidiyor, yahu bu kadın ne anlatıyor diyorum... Resmen zekamdan şüphe ettim bu Clarissa Dalloway yüzünden.

Fakat şimdi düşünüyorum da, o kadar acılar çekerek okumama rağmen, romanda anlatılanlar aklımda yer etmiş. Hiç unutmamışım. Enteresan ve üzerinde tartışılası bir nokta.

Bu kitap benim 50 Kız Romanı projemizde, Ağustos ayı için seçtiğim kitabımdı. Temmuz ayında Muhteşem Gatsby'i okumuş idim. Eylül ayını pas geçtim. Ekim kitabım Büyük Umutlar ve Kasım kitabım Siyah İnci, şu an elimin altında, yani geç kalmış olsam da, arkadan gelsem de, projemize devam ediyorum dostlar:)



Pembe Tütülü Amiral

Mehmet Murat Somer, Sel Yayıncılık

Türk Silahlı Kuvvetlerinden bir amiral, pembe tütüsü, kıllı bacakları, göbeği ve bale papuçlarıyla tam takım giyinmiş; otel odasında, diğer 3 subay ve gece boyu bunlara eşlik eden 4 yakışıklı delikanlıya özel mi özel bir gösteri sunmaktadır. Çaykovski'nin Kuğu Gölü balesi eşliğinde, pembe tütüsünü hoplata zıplata basbayağı bale yapmaktadır Amiral. Ne var ki, en önemli hareketin ortasında ani bir kalp krizi geçirip hakkın rahmetine kavuşuverir.

Evli barklı bir ordu mensubu, üzerinde bale kıyafeti, yüzünde sahne makyajı; odasında da başka subaylar ve jigololarla çevrilmiş halde ölmüştür. Ortalık tam manasıyla karışır. Askeriyeye kinli bölge savcısı odada olup bitenleri ortaya çıkarmaya uğraşır, ordunun demir yumruğu rezaleti örtbas etmek ister, medya ise bir skandalın peşindedir.

Kitap bir kahramanın başından geçenleri anlatmıyor, bu olay etrafında ordu-savcılık-medya arasında gidip gelerek gelişmeleri bize aktarıyor. Davanın nasıl ilerleyip sonuçlandığına dört koldan tanık olurken muazzam bir ikiyüzlülükle, gün gibi ortada olan gerçeğin nasıl saptırılıp üzerinin örtüldüğünü okuyoruz.

Bence gayet gerçekçi bir roman. Eğlencelik niyetine okuduğum için biraz sıkılmış olabilirim.



23 Aralık 2012 Pazar

Kraliçe Kitap Okuyor (The Uncommon Reader)

Alan Bennett, Sel Yayıncılık

Bu küçücük kitap, senenin en tatlı keşiflerinden oldu benim için. Ağzım kulaklarımda, bir solukta okudum. Zaten tastamam 100 sayfalık, mini mini bir romancık.

Tabii konu İngiliz kraliyet ailesi ile alakalı olunca, hatta baş kahramanımız bizzat majesteleri Kraliçe 2. Elizabeth'in ta kendisi olunca, konu benim için 5 kat daha çekici hale geldi.

Kraliçe hazretleri sarayın bahçesinde itoşlarını gezdirirken, köpekler bir kamyonete havlamaya başlar. Özür dilemek için araca giden kraliçe, kamyonetin gezici bir kütüphane olduğunu öğrenir ve ayıp olmasın diye bir kitap ödünç alır. Sıkılsa da, O, alnında görev yazan kadınlardandır (Pollyanna'nın Polly teyzesini anımsayın) Kitabı sonuna kadar okur, bitirir. Bir hafta sonra iade etmek üzere gezici kütüphaneye kitabı geri verir ve ayıp olmasın diye yine kitap alır. Aldığı kitabı yutarcasına okur bu sefer. Ve işte bu andan sonra kraliçe aynen bizim gibi kitaplara aşık olacak, var gücüyle kitap okumaya koyulup devlet işlerini bile aksatır hale gelecektir.

Kraliçe Kitap Okuyor, kitap sevgisine, okuma aşkına dair yazılmış en müthiş metinlerden biri bence. Nefis bir şekilde esprili olduğunu da söylemek lazım. Pek sevdim.


"Vakit geçirmek mi?" dedi Kraliçe. "Kitapların vakit geçirmekle bir ilgisi yoktur. Kitaplarda başka yaşamlar vardır.Başka dünyalar vardır. Vaktin geçmesini istemek bir yana, Sir Kevin, insan keşke daha çok vaktim olsaydı der kendi kendine. İnsan vakit geçirmek istiyorsa Yeni Zelanda'ya gidebilir pekala."


13 Aralık 2012 Perşembe

Buz Gibi Soğuk (Ice Cold)

Tess Gerritsen, Doğan Kitap

Bir Jane Rizzoli polisiyesi. Rizzoli & Isles serisinin sekizinci kitabı.

Kitabımızı Ekim ayında çıktığı gibi almış ve bir nefeste okumuştum. Benim adıma hayal kırıklığı yaşatan bir roman olunca yazısını yazmayı erteledikçe erteledim. Ama yapacak bir şey yok. ben bu kitabı sevmedim. Bence Rizzoli & Isles serisinin en zayıf halkası, en sıkıcı olanı idi bu kitap. Tess ablanın yazdığı iki Rizzoli romanı daha var, bakalım onlar ne zaman yayınlanacak ve ne derece doyurucu olacaklar? Belki de problem serinin fazla uzamış olmasıdır. Yani bu kadınlar daha kaç tane evlere şenlik, korkunç cinayetle karşılaşabilirler, bilemedim.

Buz Gibi Soğuk, Maura'nın macerası. Bir konferansa katılan doktorumuz, eski bir arkadaşıyla karşılaşınca haftasonunda onunla kayak merkezine gitmeyi kabul eder. ne var ki, kar tipisine yakalanarak Stephen King romanlarından fırlamışa benzeyen bir köyde mahsur kalırlar. Kurtulmak için Maura'nın ümidi Jane tarafından bulunmaktır. Jane ise bölgede arkadaşını ararken bambaşka şeyler bulacaktır.

Sadece seriyi sıkı sıkı takip eden okurlara yönelik bir kitap. Diğerleri gönül rahatlığıyla uzak durabilir bence.



12 Aralık 2012 Çarşamba

Cehennem Çiftliğinden Kaçış

Barış Uygur, İletişim Yayınları

Bir Süreyya Sami polisiyesi. Serinin ilk kitabı Feriköy Mezarlığında Randevu'yu pek sevmemiştim. Fazla hafif ve havada kalmış gibiydi bana göre ilk kitap. Bu kitabı ise epey sevdiğimi söyleyebilirim. Kahramanımız Süreyya Sami yine bezgin, yine umursamaz gelgelelim, bu sefer elini epey bir taşın altına sokuyor ve bütün numaralarını kullanmaktan çekinmiyor. İlk kitapta hiç ısınamadığım Süreyya'yı bu kitapta sevdim ve belki biraz da bu yüzden, kitabı okurken pek keyiflendim.

İlk kitaptaki macera 2002 senesinde geçiyordu. Cehennem Çiftliğinden Kaçış, 2009 senesinde geçiyor. Süreyya Sami'nin eski dostu komiser Cemil'in güzel kızı Zeynep; Adnan hoca tarikatının eline düşmüştür. Cemil, Süreyya'dan kızını tarikatın elinden kurtarmasını ister. Tabii kitapta Adnan Hoca değil, Reis Efendi diye bahsi geçiyor, ama nalına mıhına epey vurun sahte hocanın ipliğini pazara çıkarıyor. Sadece o mu, günümüzün bir yığın popüler kültür malzemesini, kendi umursamaz tavrıyla itin götüne sokmaya çekinmiyor Süreyya Sami.  Bu yüzden de kitabı sevmiş olabilirim:)

Süreyya Sami, Zeynep'i kurtarmak için vargücüyle harekete geçip mahalledeki berber, kahveci, taksi şöförü gibi esnaf dostlarından yardım almaktan da çekinmiyor. Bu sefer gerçekten zehir hafiye haline gelen kahramanımız başını belaya sokmaktan da kaçınmıyor.

Pek zevkli bir kitap, cinayet değil kaçıp kovalamaca tarzında bir polisiye diyebiliriz. Bu kitabı okumak için ilkini okumanız şart değil, olaylar birbirinden bağımsız. Ama siz yine de okuyun Feriköy Mezarlığında Randevu'yu :)


11 Aralık 2012 Salı

Şeytan Ve Şair (The Shakespeare Chronicles)

John Underwood, Arkadya Yayınları

Şeytan Ve Şair, bir nevi Da Vinci Şifresi formülünü uygulayan bir roman diyebilirim. Müthiş, dünyayı sarsacak tarihi bir sır ve bu sırrı çözmeye çalışırken beklemedikleri tehlikeli durumların içine düşen kahramanlarımızın heyecanlı koşuşturmalarını okuyoruz romanda. Gelgelelim Da Vinci Şifresi ne kadar merak uyandırıcı, akıcı ve bulmacalarıyla ilgi çekiciyse; bu kitap o kadar sıkıcı, kopuk kopuk, meraksız maalesef.

Kitabımızın kahramanları gazeteci Jake Fleming ve kızı Melissa. Peşine düştükleri sır, Jake'in arkadaşı İngiliz profesör Desmond'ın yazdığı kitapta gizli. Ne var ki, Desmond kitabını Jake'e veremeden kitapla beraber ortadan kayboluyor. Jake ile Melissa da Londra'ya gelip, Desmond'ın kitabında ifşa ettiği sırrın ne olabileceğini araştırmaya başlıyorlar.

Kitabın Londra'da geçmesi güzeldi. Ama sanki yazar, Shakespeare hakkında bir araştırma yazacakmış da, aman biraz karakter biraz da diyalog ekleyip roman yapayım şunu demiş gibi geldi bana. Hareketi, aksiyonu, heyecanı eksik kalmış kitabın. o yüzden sevemedim, halbuki sevmeyi çok istemiştim. Biraz da anlatımı kopuk kopuk bulduğum için sıkılmış olabilirim. Edebiyat dünyasının Da Vinci Şifresini öğrenmek isteyenler, yine de okuyabilirler bu kitabı.



9 Aralık 2012 Pazar

AVM (The Mall)

S.L. Grey, İthaki Yayınları

AVM, fuardan büyük umutlarla aldığım bir romandı ve gerçekten beklediğim kadar iyi çıktı. Kitabı büyük bir iştahla okudum, okumadım da yuttum adeta.

Kahramanlarımız Rhoda ve Daniel iki ergen. Daniel, AVM'deki kitapçıda çalışan içine kapalı bir emo oğlan. Rhoda ise sıskası çıkmış bir keş, canki kız. Rhoda, alışveriş merkezinde, kafası uçmuş vaziyette, aslında kuzeninin baktığı, adını bile anımsamadığı çocuğu gezdirirken, oğlan ortadan kaybolur. Rhoda panikler, güvenlik ona yardım edemez. AVM kapanırken içeride saklanan Rhoda, geride kalan tek kişiyi, ezik oğlan Daniel'i zorla alıkoyar ve ikisi bomboş alışveriş merkezinde kayıp çocuğu aramaya koyulurlar. Fakat AVM tuhaf, fantastik bir labirente dönüşmüştür adeta ve gençler kendilerini korkunç bir oyunun içinde bulurlar.

AVM bence nefis bir fantastik macera. Rhoda ve Daniel'in macerasının özellikle ilk kısmında nefes nefese okudum kitabı diyebilirim. Maceranın ikinci kısmı farklı bir şekilde şaşırtıcıydı. Kitap bittiğinde ise çok canım sıkıldı, bir bu kadar daha olsa bayıla bayıla okurdum. Çok sevdim AVM'yi.



30 Kasım 2012 Cuma

Clearwater Günlükleri (The Clearwater Diaries)

Al Rennie, Altın Bilek Yayınları


Bu kitabın tanıtımı aklımı çelmişti, baş kahramanımızın hiç mi hiç alışılmadık tarzda bir dedektif olduğu ileri sürülüyordu arka kapak tanıtımında. Halbuki kitap bence klişeden kırılıyordu. Travmatik olay neticesinde yerini yurdunu terketmiş geçkince bir dedektif - ki bu kahramanımız Joe oluyor, feleğin çemberinden epeyce geçmiş, altın kalpli sarışın garson kız, ne bileyim yardımsever tatlı kaçık, yaşlı komşu teyzeler.. Ama bunların beni rahatsız ettiğini söyleyemem, çünkü eğlenceli üslubuyla sıkmadan kendini okutuyor kitap. Maalesef beni rahatsız eden, her sayfada rastladığım yazım hataları oldu. Bir değil, beş değil, hemen her sayfada bir yazım hatası... Kitaplar mükemmel olmak zorunda, o kadar yazılmış, tercüme edilmiş, gözden geçirilmiş, baskıya dökülmüş bir eserde bu denli hata nasıl gözden kaçar anlamak mümkün değil.

Onun dışında kitap fena değildi, hiç bırakmadan okudum. Kahramanımız Kanada'dan Florida'nın Clearwater kasabasına geliyor, garson kız Mia'ya aşık oluyor ve beraber Mia'nın faili meçhule kurban giden küçük kız kardeşinin cinayetini çözmeye çalışıyorlar.

Kitapta hoşuma giden unsur, perde arkasından Joe'yu takip edip gerekli gördüğünde desteğini esirgemeyen erkek kardeşi Frank idi. Frank'ın kim olduğu ne yaptığı belli değil, mafyozik bir tip. Ama Ezel'deki Dayı gibi perde arkasından kahramanımıza yardımcı olan güç sahibi biri, onun varlığını sevdim bu kitapta.

Baştan aşağıya yazım hatalarıyla dolu olmasıyla hayal kırıklığı, kendisi de Amerikanvari bir polisiye, yine de  seriye devam ederim sanırım.



28 Kasım 2012 Çarşamba

Sesler (Röddin)

Arnaldur Indridason, Doğan Kitap

Bir Reykjavik polisiyesi. Arka arkaya okuduğum İskandinav polisiyelerinden bir diğeri Sesler. Roman, Reykjavik'de, şehrin en büyük otelinde kapıcılık yapan, her yıl da Noel partisi için Noel Baba kılığına giren Gulli'nin cesedinin bulunması ile başlıyor. Adam 20 senedir otelin bodrum katında hücre gibi bir odada bir başına yaşamaktadır, kimse onu yakından tanımaz, ne yapıp ettiğini, nasıl bir adam olduğunu bilmezler, Gulli sadece kapıcıdır işte. Ailesi, arkadaşı yoktur...Onca senedir yaşadığı ufacık odada adamakıllı bir eşyası bile bulunmaz.


Dedektiflerimiz Noel curcunasında, bir yandan tuhaf cinayeti çözmeye çalışırken, beri yandan kendi kusurlu hayatlarıyla başetmeye uğraşırlar.

Sade, akıcı bir anlatımı var Sesler'in. Üslubuna sert bile diyebiliriz. Daha doğrusu epey gerçekçi meselelerden sakin sakin, açık sözlülükle bahsedince biraz sert gelmiş olabilir. Kitapta bir de İzlanda isimlerini takip etmek azıcık zoruma gitti. Mesela dedektifimizin adı Erlendur.. Neden onun tek ismi var da bazılarının (Misal yardımcısı Sigurdur Öli gibi) 2 ismi var, soyadı kanunu yok mu canım bunlarda, zaten telaffuzu da zor diye kendi kendime meraklanıp durdum.

Zevkle okudum, hiç bir cıvıklığa yer vermeyen güzel bir polisiye. Sevdim.


26 Kasım 2012 Pazartesi

Buz Prenses (Isprinsessan)

Camilla Lackberg, Doğan Kitap


Uzun süredir çok satanlar listesinde gördüğümüz bir kitap Buz Prenses. Orada olmayı da hakediyor diye düşünüyorum. Oldukça akıcı ve heyecanlı buldum bu polisiyeyi.

Zaten İskandinav polisiyelerini çok sevdiğimi farkettim. Amerikan dedektif klişeleri olmuyor bunlarda genellikle. Karla kaplı ıssız kasabaların köhne karakollarında; orta halli hakiki polisler vakaları çözmeye çalışıyorlar. Kuzeyli dostlarımızın öyle acayip teknolojik araçları, herşeyi şıp diye ortaya döken bilgisayar yöntemleri yok. Araştırma yapıyorlar, oflaya puflaya bir sürü evrak okuyorlar, ahaliyi soruşturuyor ve geçmişi eşeliyorlar. Böyle eski usul yöntemlerle davayı çözmeye uğraşıyorlar.

Buz Prenses de benzer bir hikayeyi anlatıyor bize. Erica, ebeveyninin ölümüyle yıllar sonra doğup büyüdüğü kasabaya geri döner. Daha ilk günlerde, feci bir rastlantıyla çocukluk arkadaşı Alexandra'nın cesedini bulur. İlk bakışta güzel kadın intihar etmiş gibi görünse de, Alex'in annesi buna inanmaz; başarılı bir yazar olan Erica'nın bu olayı incelemesini talep eder. Becca'nın çocukluk arkadaşı Patrik, kasabanın karakolunda dedektif olarak çalışmaktadır. Çocukluk günlerinden sonra ilk kez bir araya gelen ikili, Alex'in ölümünü araştırmaya koyulurlar.

Konu itibariyle tanıdık gibi aslında, yıllar sonra kasabaya dönen kadın, çocukluk aşkı, cinayet... Okuması ise bana oldukça zevkli ve meraklı geldi. Gece 1'e kadar uyumayıp bitirdim romanı. Üslubu gayet akıcı ve hikayesi merak uyandırıcıydı. Hikaye gelişirken sadece Erica'yı değil diğer kasaba insanlarını da anlatması kitabı zenginleştirmiş diye düşünüyorum.

Sevdim.



23 Kasım 2012 Cuma

Tavan Arasındaki Buda (The Buddha In The Attic)

Julie Otsuka, Domingo Yayınevi


Domingo Yayınevi son zamanlarda en zevkle okuduğum kitapları basıyor, Tavan Arasındaki Buda yine bir nefeste okuduğum oldukça çarpıcı bir kitap.


Kitabımız, 1900''lerde, anlaşmalı evliliklerle Japonya'daki köylerini terkedip ne dilini ne adetlerini bildikleri Amerika'ya göç eden Japon gelinlerin hikayesini anlatıyor. Bu gelinlerin elinde sadece birer fotoğraf vardır, bu fotoğrafların 20 sene önce çekilmiş olduklarını, kocalardan gelen romantik mektupların parayla bu işin ehli adamlara yazdırıldığını bilmezler. San Fransisco'da gemiden indiklerinde, Amerika'da refah içindeki evlerinin hanımı olacaklarını zannederler, kocalarıyla tarlada çalıştırılmak üzere bu ülkeye geldiklerinden haberleri yoktur.

Kitabın tamamı birinci çoğul şahısla yazılmış. Şöyle ki:

“Kocalarımızı ilk gördüğümüzde onları kesinlikle tanıyamayacağımızı bilmiyorduk. Bize gönderilen fotoğrafların yirmi yıl önce çekildiğini bilmiyorduk. Bize yazılan mektupların kocalarımız değil, mesleği yalan söyleyip gönülleri fethetmek olan, güzel el yazılı kişiler tarafından yazıldığını bilmiyorduk. Suyun ötesinden isimlerimizle bize seslenildiğini ilk duyduğumuzda birimizin eliyle gözlerini kapatıp arkasını döneceğini ama diğerlerimizin başlarımızı öne eğip kimonolarımızın eteğini düzelterek sakin ve ılık güne adım atacağını bilmiyorduk. Burası Amerika, diyecektik kendimize, endişelenmeye gerek yok. Ve yanılmış olacaktık.”


Bu alışılmadık tarz hiç rahatsız etmediği gibi,  okunması inanılmaz rahat bir üslup yaratmış. Tek bir karakterin değil; bütün o kadınların hikayesini dile getirebilmiş bu şekilde yazar. Japon gelinlerin yaşamı sayfalardan şiir gibi, su gibi akıp gidiyor. Domingo da çok güzel bir baskı yapmış, şömiz ciltli, küçük kıymetli bir kitap hazırlamış.

Çok çok sevdim bu özel kitabı.


22 Kasım 2012 Perşembe

Ö.T.E.K.İ.(Gizli Topluluk) LOS O.T.R.O.S.(Sociedad Secreta)

Pedro Mañas, İletişim Yayınları


Franz dünyanın en sıradan çocuğudur. Diğer sıradan çocukların arasında göze batmadan, yuvarlanıp gitmektedir. Göz doktoru fena haberi verince dünyası değişir. Sol gözü tembelleştiği için sağ gözüne bandaj kapatılacaktır. Franz okulda bir anda Öteki olmuştur, basket takımına çağırılmaz, sınıfta arkasından Mortgöz diye dalga geçerler... Tenefüste tek başına bahçenin köşesinde dikilirken, aynı kendi gibi tek başına diğer köşelerde dikilen çocukları farkeder... Dişlek, şişman, dörtgöz, sırık... hepsi de dışlanmış, hepsi de ötekidir bu çocukların. Ve nihayet bir araya gelip gizli örgütlerini kurma vakti gelmiştir.

ÖTEKİ mükemmel bir çocuk kitabı. İçindeki çizimler pek sevimli. Okul yıllarında herhangi bir sebepten ötürü dışlanmış veya kendini yalnız hissetmiş herkes bu kitapta kendinden bir parça bulacaktır.

Örgütlenen Tuhaf Erkekler Kızlar İleri!




21 Kasım 2012 Çarşamba

İtalyan Düğünü (The Italian Wedding)


Nicky Pellegrino, Doğan Kitap

Londra'da yaşayan İtalyan Martinelli ailesi heyecanlı günler geçirmektedir. Küçük kız Addolorata'nın düğünü yaklaşmakta, gelinlik tasarımcısı abla Pieta, kız kardeşine mükemmel gelinliği hazırlamaya çalışmaktadır. Bu çalkantılı günlerde babasının can düşmanı DeMatteo ailesinin biricik oğlu yakışıklı Michele'nin ilgisi Pieta'nın kafasını karıştırır. Bu aile ile bırak konuşması, aynı kaldırımda bile yürümesi zinhar yasaktır çünkü. Bu kadim düşmanlığın sebebini öğrenmeyi aklına koyan Pietacık, tavanarasında İngiliz anneleri Catherine ile Addolorata'nın gelinliğini dikerken, annesinden ailesinin hikayesini öğrenir yavaş yavaş.

İtalyan Düğünü hafif, tatlı, basit bir kitap. Pazar günü için ideal mesela. Öyle sulu zırtlak bir aşk romanı da değil. Daha çok İtalya'ya ve ailenin tarihçesine adanmış bir roman. Tabii söz konusu İtalyanlar olunca, sayfalardan buram buram spagetti, köfte, fesleğen, lazanya kokuları taşıyor. Resmen kitabı yalana yalana okudum:) Adamların yeme-içme zevki kitapta pek güzel anlatılmış.

Hafif eğlencelik okuma olsun ama öyle basmakalıp aşk romanı olmasın diyenler için tavsiyem İtalyan Düğünü.



19 Kasım 2012 Pazartesi

Mucize Tatlı (Il conto delle minne)

Giuseppina Torregrosa, Doğan Kitap


Mucize Tatlı, Sicilya'nın Azize Agata'sına adanmış meşhur bir yiyecek, bembeyaz bir çift meme şeklindeki bu tatlılar 5 Şubat günü hazırlanıyor. Romanımızın kahramanı ve anlatıcısı; adını bu azizeden alan Agata; büyükannesinden bu tatlıları yapmayı öğreniyor (hep çifter çifter),  büyükannesi ailede kuşaktan kuşağa aktarılan gizli tarifi Agata'ya miras bırakıyor ve tatlıları her sene doğru düzgün yapmasını vasiyet ediyor. Çünkü bu beyaz minik şeyler, Agata'nın (ve memelerinin) koruyucusu olacaktır ömür boyu.

İşte bu tatlıdan yola çıkıp, Agata'nın nesiller boyu Sicilya'da yaşamış ailesinin demirbaşı kadınların hikayesini anlatıyor romanımız. Kocaman, bembeyaz memeli büyük-büyükanneler, tahta memeli ama muhteşem popolu yengeler, üç memeli teyzeler derken Agata'nın öyküsü ile tamamlanıyor çember.

Nesilden nesile anlatılan aile tarihiyle; bana biraz Ruhlar Evi'ni anımsattı Mucize Tatlı, o kadar epik ve büyülü değil tabii. Esprili bir anlatımı var ama zaman zaman epey hüzünlü. Çoğunlukla çok samimi ve gerçekçi buldum kitabı; özellikle Sicilya ve Sicilyalı kadınların yaşamına dair anlattıklarından zevk aldım ben. Oralara gitmek, ağır ağır keyifle makarna yiyip şarap içerken dobra kadınlardan cesur öğütler dinlemek istedim.

Bilhassa İtalyan hayatına, Akdeniz kültürüne ve Sicilya'da yaşamaya dair anlattıklarıyla oldukça keyifle okuduğum bir roman.


11 Kasım 2012 Pazar

Monte Cristo Kontu (Le Comte de Monte-Cristo)

Alexandre Dumas, İthaki Yayınları

Aysen Altınel'in tam metin çevirisi, 1042 sayfa.


İthaki Yayınlarının eşsiz tam basım Monte Cristo çevirisini yıllardır okumak istiyordum. Sonunda bir fırsattan faydalanıp bu efsane romanı edindim. Önce babam okudu kitabı, hala anlata anlata bitiremiyor. Çünkü bu versiyon gerçekten önceden karşılaştıklarımız gibi değil. Misal benim ilk okuduğum versiyon Timaş Yayınlarının tıraşlanmış ve epey tutucu bir dille çevrilmiş olan haliydi. Bu noktada söyleyebileceğim tek şey şudur : Monte Cristo Kontu'nu okumak istiyorsanız, sadece ve sadece İthaki'nin tam metin çevirisini okuyunuz, diğerleri Monte Cristo değil çünkü.

Alexandre Dumas'nın bu klasik eseri, benim en sevdiğim roman olan Üç Silahşörler ile beraber yazarımızın en meşhur, en sevilen eserlerinin başında geliyor. Dostluk, kahramanlık, saray entrikaları gibi gibi daha aydınlık temalara sahip olan Üç Silahşörler'e nazaran; Monte Cristo Kontu çok daha karanlık ve tehlikeli bir atmosfere sahip. Çünkü insanoğlunu en çok yaralayan ihanet duygusu ve kalbi en karartan intikam ateşi bu devasa romanın ana temasını oluşturuyor. 

Genç, dürüst, aşık gemici Edmond Dantes; onu kıskanan 3 kişinin komplosuna kurban gidiyor, en mutlu gününde uğradığı ihanet onu yeryüzündeki cehenneme; İf Adasında hapse sürgün ediyor. Dantes burada delirebilir, intihar edebilir, yok olabilir.. Ama şans eseri tanıştığı hücre komşusu rahip Faria, Edmond'un hayatını değiştiriyor. Ona umut etmeyi, çalışmayı ve beklemeyi öğretiyor. Edmond'u eğitiyor ve dönüştürüyor rahip Faria.

Yıllar sonra, Paris'de bir elleri yağda, ötekisi havyarda yaşamakta olan hainlerin sosyetik hayatlarına esrarengiz ve alabildiğine zengin bir adam giriyor: Monte Cristo Kontu. Onu kimse tanımamakta, nereden gelip nereye gittiği bilinmemekte, tek bilinen sınırsız, göz kamaştıran serveti ve bu serveti ile elde ettiği büyük kudreti.

Böylece Dantes'in akıl almaz intikamı, hainleri birer birer vurmaya başlıyor. Kitabın özellikle ikinci yarısı alabildiğine heyecanlı ve bence romanı klasik mertebesine çıkartan şu : 1000 küsur sayfalık bu devasa romanın sonuna kadar merak hissimizi koruyor Dumas baba. 1000 küsur sayfanın sonuna kadar heyecan duygusu devam ediyor. Çünkü bu kitapta mesele, intikamın alınıp alınmaması değil, mesele upuzun seneler boyu Edmond Dantes'in ilmek ilmek ördüğü plan, mesele bu planın uygulanma şekli. Biz intikamını aldı mı almadı mı bunu merak etmiyoruz. Nasıl alındı bu intikam, yıllar boyu nasıl kuruldu bu plan, hangi oyunla altedildi her bir hain, bunları öğreniyoruz roman boyunca. İşte bu Alexandre Dumas'nın dehasıdır bence dostlarım. Klasik olmanın, yüzlerce yıl boyunca popüler kalmayı başarmanın sırrı budur. 

Romanımız, zaman zaman Fransız tarihine biraz fazla detaylı değiniyor. Her Dumas romanında gördüğümüz gibi, tarihi kişilikler zaman zaman hikayeye katılıyorlar. O devirlerde sosyete yaşamının nasıl ilerlediğine de tanık oluyoruz. Ana hatlarıyla tabii ki bir macera romanı; esrarlı, karanlık serüvenler, polisiye detaylar, aşk, düellolar, rengarenk karnavallar, kimliği gizli güzeller ve geçmişin günahları ile dolu bir macera hem de. 

Bütün bu etmenler, devasa kitabı bir an sıkılmadan okumamızı sağlıyor. Düşünün, öyle bir roman ki, 1000 sayfa boyunca melodrama kaçma ihtiyacı hissetmesin, ya da seks sahneleri ile doldurmaya çaışmasın sayfaları ve sonuna kadar heyecanla, merakla kendini okutsun. İşte, Monte Cristo Kontu böyle bir roman. Elbette zaman zaman, Monte Cristo'nun kudretinin biraz masalsı göründüğü noktalar olabiliyor. Fakat bunu da Alexandre Dumas'nın doğu hayranlığına, Binbir Gece Masalları etkisine bağlayabiliriz. Sonuçta kahramanlarımızın adeta insanüstü güçlere sahip olmalarını istemez miyiz?

Edmond Dantes'in kalbini karartan intikam duygusuna ve romanın bütününe yaydığı karanlık atmosfere rağmen; Alexandre Dumas eserini, hayranlık uyandıracak denli aydınlık bir şekilde tamamlıyor. İnsan bilgeliğinin şu iki sözcükte saklı olduğunu söylüyor bize büyük üstad : Beklemek ve umut etmek!






16 Eylül 2012 Pazar

Hiç Kimse Sıradan Değildir (I Am The Messenger)

Markus Zusak, Martı Kitabevi

Kitap Hırsızı isimli nefis romanıyla kalplerde taht kuran Markus Zusak, bir anda popüler olunca eski kitapları da yayınlanmaya başladı sanırım. Hiç Kimse Sıradan Değildir yazarın 2002'de yazdığı bir kitap. Kitap Hırsızı'nı ise 2005'de yazmış. Geçen sene çıkması beklenen ama sonra çıkışı bilinmeyen bir tarihe ertelenen en son romanı Bridge of Clay (Kilden Köprü?) ne zaman basılır, bize gelir mi, ne zaman gelir, bilemem.

Kısaca HKSD diyeceğim kitabımız genç Ed Kennedy'nin hikayesini anlatıyor. Delikanlının ağzından yazılmış kitapta, yazarımızın aşina olduğumuz sapsade üslubu, kısa cümleleri ile karşılaşıyoruz. Belki Kitap Hırsızı kadar şiirsel değil, yine de dokunaklı ve sevimli buldum bu bir çırpıda okuduğum romanı.

Ed Kennedy, varoş bir mahallede, leş kokulu, kahve düşkünü ihtiyar köpeği Kapıcı ile yaşıyor. (Hikayede en sevdiğim unsurlardan biri bu canım köpek). Arkadaşları pintoş Marv, tembel Ritchie ve güzel Audrey ile bankaya gittikleri sıradan bir günde, Ed, beceriksiz bir banka soyguncusunu yakalatmayı beceriyor. O günden sonra hayatı değişecektir Ed'in. Posta kutusunda bir iskambil kartı bulur: Karo Ası. Kartta 3 adres yazılıdır. Bunlar, esrarengiz biri tarafından Ed'e verilecek görevlerin ilk grubudur. Ed adreslerde kimlerin yaşadığını ve görevlerinin ne olduğunu keşfetmek zorundadır.

Kitabı sevdim, hızla okudum. Zaten gayet rahat okunan bir kitap. O "kaybetmiş" gençlerin yaşamlarında, Ed'in görevleri gerçekleştirdiği sürece başına gelenlerde dokunaklı bulduğum yerler oldu. Herşeyden öte, o mahalle, Ed'in evi, mutfağı, verandası, arkadaş grubuyla iskambil partileri hep capcanlı bir şekilde gözlerimin önünde canlandı. Yanlarına gidip muhabbetlerine katılmak, yaşlı köpeğe kahve ikram etmek istedim:) Bu yazın sevdiğim kitaplarından oldu HKSD.

Markus Zusak'ın gelecek kitabını bekliyorum.



3 Eylül 2012 Pazartesi

Sevgili Düşmanım (Dear Enemy)

Jean Webster, Notos Kitap

Sevgili Düşmanım hakkında yazabilmek için öncelikle Jean Webster'in meşhur romanı Daddy Long Legs - Uzun Bacaklı Baba'dan bahsetmem gerekiyor, çünkü kitabımızın öncülü, kahramanlarımızla tanıştığımız ilk macera o.

Uzun Bacaklı Baba romanı ve bu romandan esinlenerek yapılan animesi Judy ve Uzunbacak benim için çok önemli, orta sondan beri kullandığım takma adım, sevdiklerimin beni çağırırken kullandıkları isim, blog alemlerindeki kimliğim, hepsi Uzunbacaklı Baba'dan geliyor : Judy Abbott.

Güzelim ciltli Daddy Long Legs kitabım

Daddy Long Legs yıllar önce dilimize "Örümcek Dede" ve "Leylek Dede" isimleri ile çevrilmiş.  İkisini de uzun uğraşlar sonucu ödünç bulup okumuş idim, çok uğraşmıştım çünkü o zamanlar internet yoktu, gittigidiyor'dan eski kitapları bulamıyorduk:)) Kitaplardan birinin dili çok eski idi, anlamamıştım zaten. Sonra aradan yıllar geçti ve Amazon'dan alışveriş yapabildiğimiz yıllarda Daddy Long Legs ile onun devamı olan Dear Enemy'i edinme şansım oldu. Nihayet ilk kitabın modern baskıları da yapıldı:




Uzun Bacaklı Baba, yetim Jerusha'nın hikayesidir. Yetimhanenin mütevelli heyetinden esrarlı bir adam; Jerusha'nın yazdığı makaleyi çok beğenir ve eğitim alması için kızı koleje göndermeyi üstlenir. Adam Jerusha'nın her türlü masrafını karşılayacak ancak kimliği kesinlikle gizli kalacaktır. Jerusha, kolejde hayatla tanışır, adını Judy olarak değiştirir (işte bu ben oluyorum:))) Hiç tanımadığı, sadece uzayan gölgesini görüp "Uzunbacak" adını verdiği gizemli koruyucusuna mektuplar yazarak kolej yaşamını, derslerini, karşılaştığı zorlukları, oda arkadaşları Sallie ve Julia ile maceralarını anlatır. Kitabımız zaten bu mektuplardan oluşmakta ve Judy'nin ayakları üzerinde durma, bağımsız olma mücadelesini anlatmaktadır.

Asıl konumuz olan Sevgili Düşmanım'a gelecek olursak; daha önce Türkçe'sini okumamıştım, geçmişte basılıp basılmadığını da bilemiyorum. Notos Kitap 2008'de yayınlamış Sevgili Düşmanım'ı. Ben de bir kere daha severek okudum.

Sevgili Düşmanım, Judy'nin kolejdeki oda arkadaşı, biricik dostu Sallie McBride'ın hikayesi. Sallie koleji bitirdikten sonra gezip tozup eğlenerek, güzel elbiseler giyip flörtleşerek tatlı bir hayat yaşamayı ummaktadır. Fakat beklemediği bir teklif alır ve sevdiği insanlara söz verdiği için bu görevi istemeyerek de olsa üstlenecektir: Judy'nin büyüdüğü John Grier Yetimhanesi'ni ıslah ederek oradaki 113 yetimin hayatlarını iyileştirmesi gerekmektedir. Sallie, kendine has düşünce tarzı ve yöntemleri ile yetimhaneye bomba gibi düşer. Çocukların doktoru inatçı ve de aksi doktorlar kah didişip kah arkadaşlık ederek var gücüyle çalışmaya başlar ve giderek yetimlere bağlanır. Sallie, sosyete hayatı yaşamak isteyen havai bir kızdan; amacının peşinde kararlıkla koşan, yetimleri için var gücüyle mücadele eden güçlü bir kadına dönüşür. Bu esnada olup bitenleri de Judy'e mektuplarında uzun uzun yazar; kitabımız da bu mektuplardan oluşmaktadır zaten.

Kendi adıma benim için çok çok özel ve hayatımı etkilemiş iki kitaptır, Uzun Bacaklı Baba ve Sevgili Düşmanım. İkisini de ayrı ayrı tavsiye ederim.



1 Eylül 2012 Cumartesi

Ölüm Büyüsü (The Pale Horse)

Agatha Christie, Altın Kitaplar

Kendi halinde yaşayan bir kadın, tuhaf şekilde hastalanır. Öleceğini anlayıp Peder Gorman'ı başucuna çağırır ve ona bazı isimler verir. Peder Gorman evine dönerken öldürülür ancak katil isim listesini kaderin bir cilvesi yüzünden bulamamıştır. Polis isimlerin sırrını çözmeye çalışırken yolu zekice rastlantılar sonucu bu olayla kesişen kahramanımız Mark Easterbrook da kendi çapında bir dedektiflik araştırmasına başlar. Mark'ın araştırması onu civardaki Kır At isimli antik eve götürür. Evde oturan tuhaf tavırlı üç kadın cadı olduklarını ve kara büyü ile insanları öldürebileceklerini ileri sürmektedirler.

Ölüm Büyüsü, cadılar, kozmik ölüm ışınları, bilinçaltı gibi yöntemlerden bahseden farklı bir Christie romanı. Aslında kitabı içinde çok sevdiğim Mrs Ariadne Oliver var diye almıştım ama Mrs Oliver küçük bir yan karakter olarak çıkıyor karşımıza sadece. Olaylarla bir alakası yok.

Kitabın anlatımını kopuk kopuk buldum, çeviriyi hiç mi hiç beğenmedim. Ne bileyim "genç ve güzel bir bayandı" denmesi hoşuma gitmedi. Birinci ağızdan anlatılırken birden üçüncü ağıza dönen sonra yine başa geri dönen çevirmen midir yoksa Agatha teyze midir anlamadım.

Benim düşüncem bütün Agatha Teyze külliyatını okumak isteyenlerin okuması gereken bir kitap. Yoksa illa okuyunuz diyemeyeceğim.


25 Ağustos 2012 Cumartesi

Kadın Dedektif (The No:1 Ladies Detective Agency)

Alexander McCall Smith, Epsilon Yayınları

Mma Precious Ramotswe, babasından miras kalan sürüyü satarak kendine bir dedektiflik bürosu açar. Botsvana'nın ilk kadın özel dedektifi olmayı aklına koyan Mma Ramotswe; masa sandalye bulup bir de sekreter tutmuş, masaya daktilo bile koymuştur. Ve hayret, daha ilk günden bir müşteri gelir dedektifimizin bürosuna. Mma Ramotswe bundan böyle kırmızı çalı çayını yudumlayıp kayıp kocaları, kaçırılan çocukları bulacak; esrarlı sevgilileri açığa çıkartıp tuhaf olayları çözecektir.

Dedektif macerası gibi görünse de; bu kitabın kalbinde ve ruhunda Afrika var. Mma Ramotswe yüzde yüz, tam bir Afrikalı ve bu onun için en büyük mutluluk kaynağı. Ülkesi Botsvana'yı kanıyla canıyla sevmekte. Kitap bize aslında oralardaki hayatı, düşünce şeklini, yaşayış tarzını anlatıyor tatlı tatlı. Afrika sıcağını yüzümüzde hissederken, kadim kıtanın Mma Ramotswe'de hayat bulan bilgeliğine tanık oluyoruz. Dolayısıyla baştan sona son derece keyifli bir okuma.

Bu kitabı gerçekten çok sevdim, Afrika'da geçen hikayeleri okumak çok zevkli idi. Kitaba dair tek üzüntüm Epsilon'dan yayınlanmış olması. Epsilon, seri kitaplardan bir tane çıkartıp kalanını gözardı eden bir yayınevi benim nazarımda. Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu serisi de bu şekilde tek kitapla kalacak gibi görünüyor.

Yine de okuyun, hele ki kara kıtaya merakınız var ise, kaçırmayın derim.



22 Ağustos 2012 Çarşamba

Feriköy Mezarlığında Randevu

Barış Uygur, İletişim Yayınları

Bir Süreyya Sami polisiyesi. Basında spor yazılarıyla tanınan Kemal Deren'in yeni evlendiği genç ve de güzeller güzeli karısı kaçırılmıştır. Karısının başına bir şey gelmesinden korkan adam, eski polis, yeni ne iş olsa yaparımcı Süreyya Sami'den yardım ister. Süreyya Sami kendine has tavrıyla kayıp kadını aramaya başlar.

Feriköy Mezarlığı'nda Randevu bana kaçınılmaz olarak Emrah Serbes'in Behzat Ç. polisiyelerini anımsatsa da, kitabı onlar kadar sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Belki de sebebi etliye sütlüye karışmayan, pek kendi halinde kahramanımız Süleyman Sami'dir. Adam kendini o kadar salmış ki, mavi bekar donunu 3 gün kıçından çıkarmamış. Zaten bunu okuduğumda iyice soğudum kahramanımızdan:)))

Fena yazılmamış ancak ben pek anti(ka) kahramanından ötürü sevemedim bu kitabı. Yalnız olayın 2002 senesinde geçiyor olması hoşuma gitti.


20 Ağustos 2012 Pazartesi

Başkaldıran Kurşunkalem

Ferhan Şensoy, Ortaoyuncular Yayınları

Üstat Ferhan Şensoy'un otobiyografisinin ilk cildi, Kalemimin Sapını Gülle Donattım, 2001 yılında okuduğum ve tadı damağımda kalan bir eserdi. Taa o yıllardan beri, maceraların devamını; kendi tiyatrosunu kurmak tutkusuyla yanıp tutuşan; eşsiz yaratıcılığı beyninin ve kaleminin her zerresinden fışkıran genç Ferhan'ın tuttuğu yolda azim ve aşk dolu mücadelesinin devamını beklemekte idim.

Başkaldıran Kurşunkalem, ilk cildin bıraktığı yerden başlıyor. Kendi tiyatrosunu kurma düşüyle İstanbul'a dönen, artık otuzlarına gelen Ferhan'ın hayatındaki başka bir dönemi okuyoruz, üstadın o  kendine has dilinden. Yetmişli yılların, özel olarak İstanbul genel olarak Türkiye profilini de çiziyor Ferhan Şensoy kendi yaşamını anlatırken. Ayfer Feray ile çıktığı turneler ayrı bir lezzet, ara ara geri dönüşlerle sinema tadında anlattığı aile tarihi ayrı bir lezzet. Tiyatro oyuncularını, aktör muhabbetlerini, aşklarını ve gezilerini anlattığı kısımlar ise tadından yenmez, hele bir Özcan Özgür var ki, şahane... Ayrıca canım Haldun Taner'in sık sık karşımıza çıkması ne kadar güzeldi kitapta.

Tiyatro kurma sevdasıyla Türkiye'ye dönen Ferhan Şensoy'un, bu yolda attığı büyük bir adımla bitiyor kitap, Şahları da Vururlar oyununu kaleme alıyor ve oyunu Haldun Taner'e okuyunca, yolun açık olsun diyor bu tiyatro peygamberi genç yazarımıza.

Allahım, okumadım da yuttum adeta, tek kelimeyle şahane bir kitap.

Usta diğer ciltleri de 10 yıllık aralarla yayınlarsa ne yapacağız bilmem.



17 Ağustos 2012 Cuma

Kütüphanem

Şirket Çarşamba gününden yaz tatili için kapatılınca, evde boş geçireceğime tatilin ilk günü işe yarasın dedim ve yıllardır ellemediğim kütüphanemi boşaltıp temizledim. Gece 10'da işim bitti, çok yoruldum, parmaklarım koca kitapların arasına sıkıştı birkaç kere filan ama sonuçtan son derece memnunum. Üstelik kayboldu sandığım 3 tane cımbız buldum, iyi mi?

Hazır temizleyip düzenlemişken, sizinle de paylaşmak istedim kitaplarımı:

Kitaplığım 3 sıra raftan oluşuyor, bir duvarı kaplıyor sadece, çok az değil mi?

Sol sıradan başlayalım. En üst rafta Afa Yayınlarının Binbir Gece Masalları var, Alim Şerif Onaran tarafından da imzalanmış üstelik:)  Onların yanında kıymetli Alexandre Dumas'lar ve 3 kutu set: Anne of Green Gables seti, Yüzüklerin Efendisi seti + Hobbit ve İlahi Komedya Seti.

Bir alttaki raf komple Can yayınları, Isabel Allende, Gabriel Garcia Marquez, Vasconcelos.. Ortadaki parça pinçik roman Yüzyıllık Yalnızlık. Ailecek favorimiz olduğu belli oluyor:)))


Rafları doldurduğum objeleri de yazayım : Tahta oyuncak bebekliğimden kalma, adı Memoş:) Çinili kutu Konya'da, biblo lise yıllarından (Doksanların başı) .

Alt rafta Kermit'i Lady Charlotte bulup getirmişti bana. Porselen maske Venedik hatırası, Uğur Mumcu'nun katledildiği günlerden beri sakladığım kart. Çini güvercin biblosunu annem hediye etmişti:)


Alt raflara inelim bakalım :


Alaaddin'in oturduğu rafta İstanbul, Osmanlı tarihi, eski günler etrafında dönen kitaplar bulunuyor, misal Aydın Boysan'ın ve Jak Deleon'un İstanbul üzerine yazdığı kitaplar, Edmondo De Amicis ve Julia Pardoe'nin seyahatnameleri, Harem üzerine kitaplar, Hıfzı Topuz romanları vs vs, en eski kitaplarımdan bunlar. Gökhan Akçura'nın bayılarak okuduğum Ivır Zıvır Tarihi kitapları da bu rafta yerini buldu:)

Bir altta ise Doğan Kitap ve Yapı Kredi Yayınları romanlarını sıraladım. Yakın tarih kitaplarım da burada. Ortada ise Amazon'dan aldığım ciltli Daddy Long Legs ile Dear Enemy göze çarpıyor:)

En alttaki raflara geçelim:

Beşinci rafın sağ tarafında Orhan Pambıklar, Murathan Mungan, Elif Şafak vs var. Ortada ilkgençlik döneminden kalma Chales Bukowskiler. Çalıkuşu ile başlayan sıra karışık, Peter Pan de var, Adı Aylin de var. Burada bahsetmek istediğim, yıllar yıllar önce sahaflardan bulduğum, Erica Jong'un Fanny romanı. Kapısı önüne bırakıldığı evden kaçan, yolda cadı, fahişe, korsan ve köle olan Fanny'nin harikulade maceraları unutulmazdı gerçekten.

Rafın en solunda ise kaçınılmaz olarak Bronteler ve Austenler bulunmakta.



En altın bir üstünde yine eski kitaplar dizili, Jackie Collins var mesela:) Baba var, en güzeli de Dehşetengiz var. Nefis bir romandır bu, Üç Silahşörler'in İkinci Dünya Savaşı'na uyarlanmış bir yorumudur. Ne yazık ki devamı basılmamış.

En alt rafta ise harika şeyler var. Bunlar büyük boy, güzel kitaplar. Star Wars, Indiana Jones, Harry Potter ile ilgili ekseri. Queen kitapları da burada. Sadun Boro'nun teknesi Kısmet ile yaptığı dünya turunu anlattığı Pupa Yelken, ortaokul yıllarından kalma, pek kıymetlimdir. Bir sürü de dergi dizili, çoğu Star Wars kapaklı, bir de Prenses Diana'nın öldüğü hafta çıkan Time ve Newsweek dergilerini saklıyorum. Atlas'ın her sene yılbaşında çıkarttığı İstanbul sayılarını da mümkün olduğunca biriktiriyorum.

1900lerin başında Nil nehrinde gezen seyyahların fotoğraflarından oluşan Vintage Egypt kitabım ise bu raftaki yıldızım.

Böylece en sol sırayı bitirmiş olduk. Gelelim orta sıraya. Orta sıranın en üst rafı Altın Kitaplar'a ait. Agatha Christie, Stephen King, Dean Koonts kitapları bu rafta. Biz lisedeyken ortalığı kasıp kavuran Çatı'yı da bu kitaplar arasında görebilirsiniz:)) Bu raftakiler kütüphanemin en eskilerinden ekseriyetle. Ayrılık Şarkısı yine sahaflardan çıkma bir hazine. Rüzgar Gibi Geçti de en eski kitaplarımdan.



Bir alttaki rafı aslında komple seyahatlarden getirdiğim ıvır zıvırla doldurmuştum ama baktım kitaplar sığmıyor, sıkıştırdım biraz bunları:) Kıymetli Harry Potter serisi ile, İspanya'dan aldığım Lady Oscar mangalarımı bu rafa dizdim. Objeler ilk seyahatlerden, Japonya'dan sake bardakları, Macaristan'dan  çanak çömlek, İsveç'ten kupa vs vs.


Kütüphanenin en orta raflarında çok güzel kitaplar var. Fotoğraflarla 1900'lerden itibaren 10'ar yıllık  dünya tarihini anlatan Getty kitapları favorim. Sinema kitaplarım da burada. Kocaman Moda kitabını İspanya'daki Tekstil Müzesinden almıştım ve her sayfasında ayrı bir fotoğrafla modanın tarihini gösteren nefis bir kitap. Şu bol resimli sanat kitaplarının bir kısmı da bu rafta, zevkli kitaplar köşesi burası yani:)



Alttaki rafta canım Haldun Taner kitapları, Çetin Altan kitapları, Ferhan Şensoy, Gülriz Sururi, Engin Cezzar, Haldun Dormen hatıraları, bir kaç yerli roman bulunmakta. Çok kıymetli 1964 basımı Üç Silahşörler ciltlerim de burada.

Objelere gelecek olursam, Mevlana tabii Konya'dan, karşısına Darth Vader'ı koymak fikri çok hoşuma gitti:) Sol alttaki küçük oyuncağım pek eski, Alaaddin'in uçan halısı. Tuhaf cam şişe görünümlü şey de, domuzcuk, içinde bir sürü minik domuzcuk şeklinde silgi var, çok çok eski :)

Orta sıranın en alt raflarına bakalım şimdi de:



Üstteki rafı, Twilight ve diğer pespaye aşk romanlarına ayırdım. Eğer "Allah Allah kontesi kim sikti" temalı romanları seviyorsanız Judith McNaught bu konuda favorim:)) Lordlar, dükler, düşesler al takke ver külah, tam aradığınız kitaplar bunlar:))

Ortadaki sırada vampir temalı romanlar, seri romanlar var. Bunlar hep yeni, Star Wars kitapları da bolca mevcut. Ortada güneş gibi parlayan Shantaram ise gözbebeği bu grubun:)

En alt rafta artık yer kalmadığı için buraya doldurduğum bolca roman görebilirsiniz. Tess Gerritsen kitapları polisiye rafına sığmadı, Dantel pespaye romanlar rafına sığmadı falan filan:))

Son sıraya geldik:

Kütüphanenin sağdaki sırasının en üst rafı eski tozlu kitaplara ait:



Pardayanlar, bir sürü Muazzez Tahsin Berkand ve Kerime Nadir kitabı (Kabalcı'da 0,50 kuruşa satılıyorlardı napim?) Rüzgar Gibi Geçti'nin ilk Türkiye basımı, Üç Silahşörler'in 1970 basımı hep burada.

Alttaki sırada, sıra beyaz ciltler, İthaki'nin 5 lira mı 10 lira mı çok cüzi fiyata sattığı Jules Vernes romanları. Diğer İthakiler de burada. Sağda ise pek az olan şiir kitaplarım ile Oğlak Yayınlarından 2 güzel klasik bulunmakta. Oğlak klasiklerinin hem çevirisi hem de kapakları pek güzel oluyor, seviyorum.

Objelerden çay kutuları hediye, C3P-O niye burada kalmış anlamadım, sake şişesini ben almıştım Japonya'dan, sütlük dede yadigarı, küçük plastik kutu Göteborg hatırası.

Veee en heyecanlı raflara sıra geldi. İşte sıra sıra Ahmet Ümitler, Grangeler, Dan Brownlar:)))



Altta Glenn Meade ve Stieg Larsson ile diğer polisiyeler. Christian Jacq'ın bir ara çok popüler olan Ramses serisini de buraya sıkıştırdım. Bunları aşağı atıp Tess Gerritsenleri mi alsam araya, bakayım bir.

Bu grupta özellikle dikkat çekmek istediğim Elizabeth Peters'in Mısır Polisiyeleri. Kahramanımız Amelia Peabody, kız kurusu bir İngiliz, 1884'de babasından kalan mirasla seyahate çıkıp, Mısır'da hem piramit keşfediyor hem cinayet çözüyor. Ne yazık ki Oğlak Yayınları serinin devamını getirmedi :(




Sıra geldi son dip raflara. Üst sıra Paris'e adanmış, bol fotoğraflı gezi derlemeleri, güzel kitaplar var yine burada. Resimli kitapları çok seviyorum gerçekten. Zamanında YKY'nin 10 liraya sattığı minik boy genel kültür kitapçıkları da buraya sıkıştırdım.

Orta rafta battal boy kitapları dizdim, genellikle müzelerden aldığım resim kitapları var burada. Devasa The Thousand Buildings of Paris cildi bu rafın gözbebeği:)

En alt rafta ise, bebeklik fotoğraf albümüm, benden yaşlı Doğan Kardeş ciltleri, yıllıklar, İspanyolca sözlükler, hiç okumadığım İspanyolca romanlar dizili:)

Tek tek toz alır, sıra sıra dizerken "ne çok kitabım varmış, niye hep parasız olduğumu anladım"  demiştim kendi kendime. Şimdi bakınca tek bir kitaplık işte, o kadar da çok değilmiş aslında:)))

Unutmadan, bunlar da Euphoric'in son projesi için, masada okunmayı bekleyen kitap kulelerim, bunlara yer yok kitaplıkta, ne yapacağız bilmem:)



keyifli okumalar

xo xo,

31 Temmuz 2012 Salı

Kaplanın Karısı (The Tiger's Wife)

Téa Obreht, Siren Yayınları

Genç doktor Natalia, savaşın parçaladığı Balkanlarda, sınırın öte tarafındaki ufak bir kasabaya çocuklar için ilaç götürmektedir. Yolda evi arar ve kötü haberi alır: Onu büyütmüş olan büyükbabası, kimselere haber vermeden evden ayrılmış; sonra ad sanı duyulmamış bir kasabada öldüğü haberi gelmiştir. Büyükbabanın bedenini yollamışlar ama kişisel eşyaları ortada yoktur. Natalia, hem savaşta yetim kalmış çocuklara aşı yapmalı, hem de adamın ölümündeki gizemi aydınlatmalıdır. Böylece genç doktorumuz, büyükbabasının anlattığı hikayeleri anımsar.

Kitaba 3 kere baştan başladım. Benim için kısa olmasına rağmen (355 sayfa) 2 haftada zor bitirdim, yer yer sıkıntıdan patladım, ama okumayı kafama koymuştum. Gencecik yazar çok başarılı, savaşın korkunçluğunu, yıkıcılığını, acımasızlığını çarpıcı şekilde anlatmış. Ama kitabın büyük kısmını bu kısımlar değil; büyükbabanın  anlattığı, Balkanlara özgü, tekinsiz, tuhaf hikayeler dolduruyor. Ve bütün bu hikayelerin, ya da büyükbabanın kaybolmasının bir sonucu yok. Daha doğrusu merak duygusu yok, hikayeleri okuyoruz ama sonunda merak ettiğimiz bir gelişme ya da ana hikaye yoktu, bence eksiklik bu idi.


Okumuş olanlar düşüncelerini paylaşırlarsa sevinirim.



29 Temmuz 2012 Pazar

Kitap Hırsızı (The Book Thief)


Markus Zusak, Encore Yayınları

Çeviri : Teri Erbeş


Küçük kitap hırsızımız : Liesel Meminger. Nazi Almanyası'nda, savaştan hemen önce evlatlık verilmiş küçük bir kız çocuğu. Münih'in Himmel mahallesindeki yeni evinde; üvey annesi sert, sevgi dolu Rosa ve kocası akordeon çalabilen boyacı Hans ile yaşamaya başlıyor Liesel. O her gece kabuslar görerek uyanırken, başında bekleyen üvey babası ona yavaş yavaş okumayı öğretiyor. Bir de Rudy var, komşu evin sarışın küçük oğlu. Liesel ile beraber Himmel mahallesinde büyürlerken, her fırsatta kızdan bir öpücük istiyor Rudy. Sonra savaş başlıyor.


Kitabımızın anlatıcısı Ölüm. İnsanlar ölünce gelip ruhlarını alan, omzuna vurup götüren şefkatli Ölüm. Çocukların ruhlarını kucağında taşırmış. Anlatıcı ölüm olunca, kitapta hep bir gerilim hissi oluyor haliyle ve sonuna kadar bıçak sırtında tutuyor bizi.


Liesel öyle kitapçıya girip hırsızlık etmiyor. Bildiğimiz anlamda bir hırsız sayılmaz. İlk çaldığı kitap, aslında bir mezarlıkta unutulmuş; Mezar Kazıcının El Kitabı. Okumayı bile bilmedği halde, kitaplara dayanamıyor Liesel. Sonunda, yeni evinde, geceler boyu kabuslar görüp uyanırken, üvey babası ona sabırla, yavaş yavaş okuma öğretirken, kelime kelime okuyor; satır satır okuyor bu kitabı. Defalarca okuyor. Okumak onun ruhunu iyileştiriyor.


Kitap sapsade, adeta şiirsel bir dile sahip. Himmel Sokağındaki hayatı, çocukların ve büyüklerin yaşam mücadelesini, savaşın etkilerini çok vurucu şekilde anlatıyor Ölüm bize. Öyle gereksiz duygusallıklar; üvey aile melodramı filan yok Kitap Hırsızı'nda. Hayatın, gerçeğin düpedüz kendisi var. Ve ışıl ışıl parlayan kitap sevgisi tabii.


Ne yazık ki artık baskısı yapılmasa da; bulması çok zor olsa da; kitapları seven herkesin Kitap Hırsızı'nı okuması gerektiğini düşünüyorum. Harikulade bir kitap. Ancak mutlaka Encore Yayınları çevirisini okumalısınız. Martı Yayınlarından çıkan yeni çeviri maalesef kitabı katletmiş.




22 Temmuz 2012 Pazar

Kar Kuyusu

Hikmet Hükümenoğlu, Everest Yayınları

Sevgili adaşım Aslısın'ın tavsiye ettiği Kar Kuyusu, yılın en güzel keşiflerinden biri oldu benim için. Kitap yeni değil, 2005'de basılmış. Yazarımız, Kar Kuyusu'ndan sonra 2007'de "Küçük Yalanlar Kitabı" ve 2010'da "47 Numaralı Kamara" isimli romanlarını yayınlamış ki, ikisini de hemencecik okunacak kitaplar listeme ekledim.

Kitabımız hafiften gerilim, birazcık romantik komedi, az buçuk cinayet romanı. Kahramanımız Nur, kocasını boşamış, işini bırakmış, gelmiş İstiklal Caddesi'nin ara sokaklarından birine takı dükkanı açmış. Bir kere kahramanımıza bayıldığımı söylemeliyim, hikaye Nur'un ağzından anlatılıyor ve okurken "aaa tıpkı ben" deyip durdum. Yazar, doğrusu pimpirikli bir kadının düşünüş şeklini mükemmel şekilde yansıtmış. Nur tıpkı çoğumuz gibi tam bir "kurkur", kafasından habire olmayan şeyler kurup dertleniyor. Başka evde, yabancı yataklarda yatmayı sevmiyor, ne bileyim, tıpkı benim gibi yağmurdan hiç hoşlanmıyor:

"Pis bir yağmur yağıyordu. Yıllar önce, hiç durmadan şiir okuduğum bir dönemde, yağmurun her çeşidini sevmenin çok romantik bir şey olduğunu düşünürdüm. Ama birkaç defa iliklerime kadar ıslandıktan ve kendimi hiç de romantik hissetmediğimi farkettikten sonra sadece tek bir cins yağmuru sevmeye karar verdim : bardaktan boşanırcasına, hatta kiremitleri kırarcasına yağan sağanak yağmur. O da, sadece evde battaniyeme sarınmış, sıcak kahvemi yudumlayarak pencereden dışarıyı seyrediyorsam hoşuma gidiyordu. Böyle günlerce yağan ve hayatımın bir parçası haline gelen pis yağmurların sevilecek hiçbir yanı yoktu. Hele akşam oluyorsa ve gideceğim yere ulaşmak için hiçbir vasıta bulamıyorsam, -ki bu havalarda vasıta bulabilen şanslı insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez- işte o zaman sadece yağmurdan değil, karşıma çıkan her şeyden nefret ediyordum."

Ara mahallede, pek popüler olmayan dükkanını ayakta tutmaya çalışan Nur, sokakta tuhaf insanların yaşadığını farkeder. Yavaş yavaş geçmişte yaşanan olayları öğrendikçe, tekinsiz bir maceraya, istemeden olsa karışmış bulur kendini.

Okuması pek zevkli geldi bana bu kitabın, çok severek hatta coşkuyla tavsiye ediyorum:)

Yazarın web sayfası : http://www.hikmethukumenoglu.com/



16 Temmuz 2012 Pazartesi

Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby)

F.Scott Fitzgerald, Everest Yayınları

Canım Euphoric arkadaşım, blogunda çok güzel bir proje başlattı, proje için buraya tık tık

Euphoric, her ay 50 en klasikleşmiş kız romanından bir grup belirleyecek, bu gruptan istediğimizi seçip beğenip okuyarak 10 ay sonra 10 tane romanı okumuş olacağız. İlk grubumuz listedeki ilk beş kitap idi. Ben de Anne of Green Gables ile Pride and Prejudice'i okumuş olduğumdan, ve de Muhteşem Gatsby'i hep okumak istediğimden, bu kitabı seçip okudum.


Öncelikle kitabın inceliği karşısında pek şaşırdığımı söylemeliyim. Sadece 174 sayfa, hap gibi yuttum desem abartmış olmam. Kitabın çeşitli çevirileri mevcut, Can Yücel çevirisi bile var, ama Can Yücel kitabı alıp kendi üslubunda baştan yazmış gibi çevirmiştir diye onu istemedim. Kapağı da çok hoşuma gittiği için bu versiyonu seçtim. Püren Özgören çevirisi su gibi akıp gitti, memnunum yaptığım seçimden.

Hikayemizi taşradan New York'a gelen genç Nick Carraway anlatıyor. Nick büyük şehre gelip kendine ev bulmuştur, yandaki muzzam malikanede genç, egzantrik milyoner Jay Gatsby yaşamakta; her gece akılalmaz sıradışılıkta partiler verip malikaneyi panayır yerine çevirmektedir. Koyun karşı yakasında; tam Gatsby'nin malikanesinin karşısındaki malikanede ise Nick'in zengin kuzeni Daisy ile kocası Tom yaşamaktadır. Nick, Daisy'nin arkadaşı ve Gatsby'nin sırdaşı, golf şampiyonu Bayan Baker'dan etkilenir. Tom'un metresi Martyl ile tanışır. Bu birkaç kişi ile yaşadığı kısacık sürede başlarına gelenler; Nick'i zenginlerin gamsızlığından tiksindirecektir.

Bu kısacık kitabın hikayesi son derece canlı bir dilde anlatılmış, 20'li yıllar, kadınların kıyafetleri, caz çağı ve içkinin su gibi aktığı çılgın partiler gözlerimin önünde canlandı adeta. Nihayet bu kitabı okuduğuma memnunum.

Dahası, Moulin Rouge filminin yönetmeni, muhteşem Baz Luhrmann, bu kitabı filme uyarlamış, başrollerde Leonardo DiCaprio, Carrey Mulligan ve Tobey Maguire oynuyor. Baz Luhrmann müthiş yaratıcı ve renkli hayalgücüne sahip, görselliği mükemmel bir yönetmen. O Gatsby partilerini Baz Luhrmann'ın gözünden izlemek için sabırszlanıyorum doğrusu.